Kategori arşivi Makaleler

ileadmin

Anayasa Mahkemesi Işığında Munzam Zarar

Anayasa Mahkemesi Işığında Munzam Zarar

Munzam Zarardan Kaynaklı Davalarda İspat Sorunu

Munzam zarardan kaynaklı tazminat davalarında somut yöntem ve soyut yöntem olmak üzere iki tür ispat şartı bulunmaktadır. Yargıtay’ın ilgili dava dairelerinin bir kısmı somut yöntemi uygulanmakta bir kısmı ise soyut yöntemi uygulamakta olup bu konuda henüz içtihat birliği bulunmamaktadır.

Yargıtay Kararlarında İzlenen İspat Yöntemi Nedir?

Yargıtay kararları incelendiğinde genelde somut ispatın uygulanması gerektiği yönünde verilen kararlar çoğunlukta olmaktadır. Yargıtay’a göre enflasyon veya devalüasyon artışların varlığı aşkın zararın ispatlandığı anlamına gelmemektedir. Alacaklının kanıtlaması beklenen husus, kendisinin geç ödemeden dolayı uğramış olduğu zararın somut olarak ispatıdır.

“…Her ne kadar davacı, döviz faizini aşan bir zararı olduğu iddiasıyla davayı açmış ise de, zararın ne şekilde oluştuğunu somut olarak ispat etmiş değildir. Bu durumda, HGK’nun 2001-19/1086 E, 2002/371 K. sayılı kararı da göz önünde bulundurulduğunda davanın bu sebeple reddi gerekirken yazılı gerekçe ile reddi isabetli değil ise de, sonucu itibariyle doğru olan kararın HUMK 437/7. maddesi gereğince açıklanan bu gerekçe ile onanmasına karar vermek gerekmiştir.” (Yargıtay 11.Hukuk Dairesi Esas: 2014/ 13418 Karar: 2014 / 19400)

“…Davacı tarafça munzam zarar talebine ilişkin iddianın ötesinde bilgi ve belge sunulmadığından, munzam zarar talebinin bu gerekçe ile reddi yerine, yazılı gerekçelerle reddedilmesi, sonucu itibariyle doğrudur.Ancak;

Kamulaştırma bedellerine faiz uygulanması yasal düzenlemeyle kabul edildiğinden, genel zaman aşımı içerisinde talep edilmesi halinde, asıl alacağın dışında dahi açılan faiz davasının esastan incelenerek kabulüne karar verilmesi gerektiğinden,” (Yargıtay 5.Hukuk Dairesi Esas: 2014/ 10900 Karar: 2014 / 26089)

“…Ülkede yaşanan ekonomik kriz nedeniyle paranın döviz karşısında hızlı değer kaybı, yüksek enflasyon gibi genel afaki ve doğrudan davacının zararını ifade etmeyen umumi ekonomik konjonktürel olgular BK’nın 105. (T.B.K. 122.) maddesinde sözü edilen munzam zararın varlığını göstermez.” (Yargıtay 13.Hukuk Dairesi Esas: 2016/10665, Karar 2019/6982)

Yargıtay 15. Hukuk Dairesinin 12/5/2016 tarihli ve E.2016/1049, K.2016/2737 sayılı kararının ispat açısından somut yöntemin uygulanması gerektiğine ilişkin ilgili kısmı şu şekildedir:

“…Dava konusu somut olaydaki çözümlenmesi gereken hukuki sorun; temerrüt faizini aşan bir zararın mevcut olup olmadığıdır. Yüksek enflasyon, dolar kurundaki artış, serbest piyasadaki faiz oranlarının yüksek oluşu davacıyı ispat yükünden kurtarmaz. Zira; davacı para alacağını zamanında alması halinde ne şekilde kullanacağını kanıtlaması gerekir. Ayrıca alacaklı, uğradığı zararın kendisine ödenen temerrüt faizinden fazla olduğunu ispat etmek zorundadır. Soyut enflasyonun ya da bankalarda mevduat için ödenen faizin temerrüt faizinden yüksek oranda olması, munzam zararın gerçekleştiği ve kanıtlandığı anlamına gelmez. Burada davacının kanıtlaması gereken husus enflasyon ve mevduat faizinin yüksekliği gibi genel olgular değil, kendisinin şahsen ve somut olarak geç ödemeden dolayı zarar gördüğü keyfiyetidir. Ülkede yaşanan ekonomik kriz nedeniyle paranın döviz karşısında hızlı değer kaybı, yüksek enflasyon gibi genel afaki ve doğrudan davacının zararını ifade etmeyen umumi ekonomik konjonktürel olgular BK’nın 105. (TBK. 122.) maddesinde sözü edilen munzam zararın varlığını göstermez.”

Soyut yöntemde ise alacaklıya ispat kolaylığı sağlanmaktadır. Çünkü alacaklının zararı soyut olarak hesaplanmaktadır. Alacaklı bu yöntemde munzam zarardan kaynaklı alacağını somut olarak ispat etmek zorunda değildir. Temerrüt faizi ile karşılanmayan zararın varlığını başta enflasyon, devalüasyon, altın fiyatlarındaki artış, tüketici fiyat endeksi, üretici fiyat endeksi ve asgari ücret artış oranlarındaki artıştan yola çıkarak ispat edebilir.

YHGK, 13.06.2012 tarih ve 2011/18-730 Esas 2012/373 Karar sayılı kararında kamulaştırma bedelinin geç ödenmesinden doğan aşkın zarar iddiasının soyut yöntemlere dayanılarak ispat edileceğine hükmetmiştir. Karara göre, alacaklı zararını ispatlarken yüksek enflasyon gibi bilinen vakıalara dayanabilir ve bu şekilde üzerine düşen ispat külfetini yerine getirilebilir. Somut olay itibariyle, davacılar taşınmazlarının kamulaştırma bedelini uzun süre alamamışlardır. Bu nedenle de tahsil edilmeyen bu bedelin dava tarihindeki satın alma gücü dikkate alındığında, davacıların zararlarını kanıtlamış olduklarının kabulü gerekir.

Anayasa Mahkemesi’nin Munzam Zararda İspat İle İlgili Yaklaşımı Nasıldır?

Anayasa Mahkemesinin 21/12/2017 tarihli ve 2014/2267 başvuru numaralı kararından önceki Yargıtay içtihatlarında uygulama somut yöntemin uygulanmasına yönelik iken ilgili başvurudan sonra bazı Yargıtay daireleri kararlarında; enflasyon, devalüasyon, tüketici eşya fiyat endeksi, altın kurlarındaki artışlar, memur maaş ve işçi ücretlerindeki artışlar gibi çeşitli ekonomik etkenlerin ortalamalarının alınması için konuya ilişkin bilirkişi incelemesi yapılması gerektiği yönünde hüküm tesis etmeye başladıkları görülmektedir.

İlgili Anayasa Mahkemesi başvurusunda mahkeme, yargılamada geçen sürenin fazlalığı nedeniyle paranın enflasyon karşısında değer kaybetmesini mülkiyet hakkının ihlali olduğu yönünde görüş bildirmiştir. Ayrıca ilgili kararda, “…Başvurucunun alacağı, enflasyon karşısında önemli bir değer kaybetmiştir. Bu tespite rağmen başvurucunun, ayrıca zarara uğradığını ispat etmesi şeklindeki katı yorum nedeniyle, kamu yararı ile başvurucunun mülkiyet hakkının korunması arasında kurulması gereken adil denge, başvurucu aleyhine bozulmuştur.” şeklindeki kararı sebebiyle munzam zararın ispatında soyut yöntemin uygulanmasının yaygınlaşmasına yönelik bir ışık olmuştur.

 

Av. Mustafa ŞİRİN

Stj. Av. Abdulsamet DEMİR

 

ileadmin

Anayasa Mahkemesi’nin Hükmün Açıklanmasının Geriye Bırakılmasını İptal Etmesinin Mevcut Dosyalara Etkisi Nedir?

Anayasa Mahkemesi’nin Hükmün Açıklanmasının Geriye Bırakılmasını İptal Etmesinin Mevcut Dosyalara Etkisi Nedir?
Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza iki yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezası ise; mahkemece hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında hukuki sonuç doğurmamasını ifade eder.
Hükmün Açıklanmasının Geriye Bırakılması (HAGB) Şartları Nelerdir?
Sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilebilmesi için;
1. Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkum bulunmaması,
2. Mahkemece sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması,
3. Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın giderilmesi,
4. Sanığın hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını kabul etmesi
gerekmektedir.
Anayasa Mahkemesinin 2022/120 Esas, 2023/107 Karar Sayılı Kararıyla İptal Edilen Kanun Hükümleri Nelerdir?
Anayasa Mahkemesi yukarıda esas ve karar numarası belirtilen kararında, 5271 sayılı Kanun’da düzenlenen “hükmün açıklanmasının geri bırakılması” kurumunu iptal etmiştir.
Çeşitli hukuki uyuşmazlıklarla Anayasa Mahkemesi önüne gelen HAGB ile ilgili dosyalarda, Anayasa Mahkemesi’nin işin esasına girerek reddetmiş olduğu kararlar, Resmi Gazete’de yayımlandığı tarihten itibaren 10 yıl geçmedikçe, aynı kanun hükmüne anayasada belirtilen ilkelere aykırılık iddiasıyla tekrardan başvuruda bulunamayacaktır. Aynı husus 6216 sayılı Kanunda da belirtilmiştir.
Anayasa Mahkemesi’nin HAGB ile ilgili işin esasına girerek vermiş olduğu red kararlarından birkaç örnek vermek gerekirse;
1. 5271 sayılı Kanun’un 231. maddesinin (6) numaralı fıkrasına 22/7/2010 tarihli 6008 sayılı Kanun’un 7. maddesiyle eklenen ikinci cümleye yönelik iptal talebi, Anayasa Mahkemesinin 16/2/2012 tarihli ve E.2011/41, K.2012/25 sayılı kararıyla esastan reddedilmiş ve bu karar 13/10/2012 tarihli ve 28440 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanmıştır.
2. Ayrıca anılan Kanun’un 231. maddesinin (8) numaralı fıkrasına 18/6/2014 tarihli ve 6545 sayılı Kanun’un 72. maddesiyle eklenen ikinci cümleye yönelik iptal talebi de Anayasa Mahkemesinin 17/6/2015 tarihli ve E.2015/23, K.2015/56 sayılı kararıyla esastan reddedilmiş ve bu karar 26/6/2015 tarihli ve 29398 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanmıştır.
6216 sayılı Kanun’un 43. maddesinin (4) numaralı fıkrası, “Başvuru, kanunun, Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün sadece belirli madde veya hükümleri aleyhine yapılmış olup da, bu madde veya hükümlerin iptali kanunun, Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün diğer bazı hükümlerinin veya tamamının uygulanamaması sonucunu doğuruyorsa, keyfiyeti gerekçesinde belirtmek şartıyla Mahkeme, uygulama kabiliyeti kalmayan kanunun, Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün bahis konusu öteki hükümlerinin veya tümünün iptaline karar verebilir. “
Yukarıda belirtilen Kanun maddesinde de açıklandığı üzere iptal edilen kanun hükümleri ile bağlantılı olan kanun hükümleri de uygulama alanı bulamayacağından dolayı bu kanun hükümlerinin de iptali gerekecektir. Nitekim Anayasa Mahkemesi kararında da bu yönde hüküm kurulmuştur.
Sonuç olarak Anayasa Mahkemesi, 5271 sayılı Kanunun 231.maddesinin 5 ila 14.madde arasındaki bütün hükümleri iptal etmiştir. Diğer kanunlarda HAGB ile ilgili tüm düzenlemelerde uygulama alanı bulamayacağından dolayı iptal edilmiştir.
Anayasa Mahkemesinin HAGB Kurumunu İptal Etmesindeki Gerekçeleri Nelerdir?
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmeden önce sanığa bu kararın kendisine uygulanmasını kabul edip etmediği sorulmaktadır. Şayet sanık hakkında HAGB kararı verilmesini kabul ederse, istinaf kanun yoluna başvurma hakkından feragat etmiş olacaktır.
Feragatin Anayasa’ya uygun olabilmesi için feragat iradesinin açık olması, sonuçlarının kişi yönünden makul olarak öngörülebilir olması ve adil yargılanma hakkına ilişkin asgari güvencelerin de sağlanmış olması gerekir. Ayrıca feragati meşru olmaktan çıkaran üstün bir kamu yararının bulunmaması gerekir.
Anayasa Mahkemesi vermiş olduğu iptal kararında bu hususu şöyle açıklamaktadır; “Mevcut durumda sanığın HAGB’yi kabule ilişkin irade beyanının ne zaman sorulacağı konusunda yasal bir düzenlemenin bulunmaması nedeniyle, sanığa hakkında HAGB kararı verilmesini isteyip istemediğinin  yargılamanın sona ermesinden önce sorulması mümkündür. Bu durum ise henüz hakkında kurulmuş bir mahkumiyet hükmü bulunmayan sanığı mahkumiyet tehdidin varlığı karşısında savunmasız duruma sokmakta ve henüz doğmamış olan istinaf kanun yoluna başvuru hakkından peşinen feragat etmeye zorlamaktadır. Bu itibarla sanığa HAGB’yi kabul edip etmediğine yönelik sorunun mahkumiyet hükmünün ardından sorulmasına yönelik bir usule ilişkin güvencenin bulunmaması nedeniyle kuralın kanunilik şartını sağlamadığı, ayrıca sanığa aşırı bir külfet yüklediği ve ölçülü olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.”
Anayasa Mahkemesi müsadereyi, “ceza yargılaması sonucunda mülkiyetin kamuya geçirilmesi sonucuna yol açan müsadere kararı mülkiyet hakkına sınırlama getirmekte olup mülkiyetin kamu yararına kullanımının kontrol edilmesidir.” şeklinde tanımlamıştır.
Sanığa HAGB kararı verilmesi durumunda müsaderenin hangi aşamasında infaz edileceğine ilişkin açık bir kanun hükmünün bulunmamaktadır.
Kanun koyucu müsadere kararı için farklı bir usul veya kanun yolu düzenleyebileceği gibi HAGB kararında müsadereye ilişkin farklı bir mekanizma öngörebilir. Ancak yapılacak bu düzenlemenin Anayasa’nın 35.maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkına aykırı olmaması gerekir.
“Bu bağlamda mülkiyet hakkına müsadere yoluyla yapılan sınırlamanın keyfî veya hukuka aykırı olup olmadığının ileri sürülebileceği bir yol olarak öngörülen istinaf kanun yoluna başvuru imkânının askıya alınarak HAGB kararı ile birlikte müsadere kararının infazına yol açabilecek şekilde infaz zamanında belirsizliğin olduğu ve yeterli güvencelerin sağlanmadığı dikkate alındığında kuralın maliklere aşırı bir külfet yüklediği değerlendirilmiştir. Dolayısıyla kural uyarınca müsadere yoluyla mülkiyet hakkına yapılan sınırlamanın -kuralın da yer aldığı fıkradaki hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukuki sonuç doğurmamasını ifade ettiği biçimindeki düzenleme de göz önünde bulundurulduğunda- kamu yararı ile kişilerin mülkiyet hakkının korunması arasında olması gereken adil dengeyi bozduğu ve ölçülü olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.”  (Süleyman Başmeydan [GK], B. No: 2015/6164, 20/6/2019, §§ 57-63).
HAGB kurumunun kamu görevlisinin görevi sebebiyle işlediği ve Anayasa’nın 17. maddesi anlamında işkence, eziyet ve kötü muamele kabul edilen suçlar bakımından uygulanmayacağına dair yasal düzenlemenin bulunmaması ve ceza mahkemelerinin uygulamalarının da bu sorunu çözememesi Anayasa’nın 17. maddesinin devlete yüklemiş olduğu faillere fiilleriyle orantılı cezalar verilmesi ve mağdurlar açısından uygun giderimin sağlanması şeklindeki usul yükümlülüğü ile bağdaşmamaktadır.
HAGB kararı toplumda cezasızlık algısı oluşturmakta, işkence, eziyet veya insan haysiyetiyle bağdaşmayan eylemlerin cezasız kalmasına neden olabilmektedir. Bu durum Anayasa’nın 17.maddesindeki ilkelere aykırılık oluşturmaktadır.
“HAGB kararının bu niteliğini gözeten Anayasa Mahkemesi daha önceki birçok kararında, kötü muamele iddiaları yönünden HAGB kurumunun uygulanmasının sanığın infaz edilebilir bir ceza almaması sonucunu doğurduğunu ve bu kurumun uygulanmasında mağdurun muvafakati ya da mağdur açısından manevi bir telafinin sağlanmasının da aranmadığını dikkate alarak anılan geri bırakma kararının mağdur açısından yeterli ve etkili bir giderim sağlamadığını değerlendirmiştir.”
“HAGB kurumunun kamu görevlisinin görevi sebebiyle işlediği ve Anayasa’nın 17. maddesi anlamında işkence, eziyet ve kötü muamele kabul edilen suçlar bakımından uygulanmayacağına dair yasal düzenlemenin bulunmadığı görülmüş; ceza mahkemelerinin uygulamalarının da bu sorunu çözemediği anlaşılmıştır. Bu durum Anayasa’nın devlete yüklemiş olduğu faillere fiilleriyle orantılı cezalar verilmesi ve mağdurlar açısından uygun giderimin sağlanması yükümlülüğü ile bağdaşmamaktadır.”
Anayasa Mahkemesi Tarafından İptal Edilen Bu Karar Ne Zaman Yürürlüğe Girecek?
Anayasa’nın 153. maddesinin üçüncü fıkrasında “Kanun, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü ya da bunların hükümleri, iptal kararlarının Resmî Gazetede yayımlandığı tarihte yürürlükten kalkar. Gereken hallerde Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün yürürlüğe gireceği tarihi ayrıca kararlaştırabilir. Bu tarih, kararın Resmî Gazetede yayımlandığı günden başlayarak bir yılı geçemez.” denilmekte; 6216 sayılı Kanun’un 66. maddesinin (3) numaralı fıkrasında da bu kural tekrarlanarak Anayasa Mahkemesinin gerekli gördüğü hâllerde Resmî Gazete’de yayımlandığı günden başlayarak iptal kararının yürürlüğe gireceği tarihi bir yılı geçmemek üzere ayrıca kararlaştırabileceği belirtilmektedir.
5271 sayılı Kanunun HAGB ile ilgili düzenlemeleri içeren maddelerinin iptal edilmesi nedeniyle oluşacak hukuksal boşluğun kamu yararını ihlal etmesi sebebiyle Anayasa Mahkemesi bu iptal kararını Resmi Gazete’de yayınlandığı tarihten itibaren bir yıl süreyle ertelemiştir. Yani ilgili kararın Resmi Gazete’de yayınlandığı tarih 01.08.2023 tarihi olup, yürürlüğe gireceği tarih 01.08.2024 tarihidir.
HAGB Düzenlemesinde Son Durum Nedir?
İptal kararı, bir yıl sonra yürürlüğe girecektir. Anayasa’nın 153/5 maddesi gereğince iptal kararları geçmişe yürümez. Kararın 01.08.2023 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanması ve bir yıl sonra yürürlüğe girecek olması hususları göz önünde bulundurulduğunda yürürlüğe gireceği tarih 01.08.2024 olacaktır. Şu hâlde, 01.08.2024 tarihine kadar verilecek olan tüm hükümler bakımından koşulları varsa HAGB hükümleri uygulanabilecek ve bu hükümlere karşı 5271 sayılı Kanun m. 231/12 gereğince itiraz edilebilecektir. Çünkü AYM, yürürlüğün durdurulmasına karar vermemiştir. Şu hâlde, bir yıl boyunca mahkemelerin HAGB kararı vermesi hukuken mümkündür.
TBMM tarafından bir yıl içerisinde 5271 sayılı Kanunun 231.maddesindeki  iptal edilen hükümlerle ilgili yeni bir düzenleme yapılmalıdır. Yapılmazsa, iptal kararı yürürlüğe gireceği için mahkemelerin HAGB kararı verebilmesi hukuken mümkün olamayacaktır.
ileadmin

1 Mirasçılık Belgesi

1 Mirasçılık Belgesi

Mirasçılık Belgesi Ne İçin Talep Edilir?

Mirasçılık belgesi (veraset ilamı), ölen kişinin geride bıraktığı terekeye, mirasçılarının hangi oranda hak sahibi olduğunu gösteren resmi bir belgedir. Mirasçılar bu belgeyle miras bırakanın terekesinde bulunan mal ve haklar üzerinde tasarruf etme haklarının olduğunu kanıtlamış olurlar. Mirasçılık belgesi hem 4721 sayılı Kanun’un 7. maddesi uyarınca hem de 598. Madde uyarınca resmi bir belge niteliğindedir. Bu belgenin geçersizliği için dava açılabilir fakat aksi ispat edilinceye kadar geçerli bir resmi belgenin bütün hukuki sonuçlarını doğurur.

Mirasçılık Belgesini (Veraset İlamı) Kimler Talep Edebilir?

Mirasçılık belgesini (veraset ilamı) yasal mirasçılar, atanmış mirasçılar ve vasiyet alacaklıları talep edebilir.

Miras bırakanın geride hiç mirasçısı kalmamışsa, kanun hükmü gereği devlet mirasçısı olacağından, mirasçılık belgesini (veraset ilamı) devlet talep edebilir.

Mirasçılık sıfatını yitiren mirasçılar da veraset ilamı talep edebilir. Örneğin mirastan çıkarılma, mirastan yoksunluk, mirasın reddi, mirastan feragat vb. işlemlerle miras hakkından vazgeçenler veya bu haktan mahrum bırakılanlar da mirasçılık belgesi talep edebilirler.

Miras bırakan veya mirasçıların alacaklıları da mirasçılık belgesi talep edebilir.

Mirasçılık Belgesi (Veraset İlamı) Talep Etmenin Şartları Nelerdir?

Mirasçılık belgesi (veraset ilamı) talep etmek için öncelikle miras bırakanın ölmüş veya gaipliğine karar verilmiş olması gerekir.

Mirasçılık belgesi talep etmeye hakkı olan kişiler tarafından böyle bir talebin yapılmış olması gereklidir.

Mirasçı atama veya vasiyetin bildirilmesinden itibaren bir ay içerisinde itiraz hakkı olan ilgililerden, mirasçı atamaya veya vasiyeti bildirmeye itirazlarının olmaması gerekir.

Mirasçılık Belgesi (Veraset İlamı) Nereden Talep Edilebilir?

Mirasçılık belgesi 2011 tarihinde önce sadece sulh hukuk mahkemelerinden talep edilebiliyordu. 2011 yılında gerçekleşen bir kanun değişikliği ile artık mirasçılık belgesi (veraset ilamı) Sulh Hukuk Mahkemeleri’nden talep edilebileceği gibi noterden de talep edilebilecek hale gelmiştir. Özetle mirasçı olduğuna inanan ve bununla ilgili gerekli evrakı elinde bulunduran herkes noterden veya sulh hukuk mahkemesinden mirasçılık belgesi talep edebilir. Mirasçılık belgesini noterden talep etmek daha hızlı ve pratiktir. O yüzden uygulamada, mirasçılık belgesi, genelde noterlerden talep edilmektedir. Ancak bazı durumlar oluştuğunda mirasçılık belgesini noterler vermeyebilir.

Hangi Durumlarda Noterden Mirasçılık Belgesi Alınamaz?

Bazı durumlarda mirasçılık belgesi noter tarafından verilmeyebilir:

Nüfus kayıtlarında miras bırakan ile mirasçı arasındaki soy bağının tespit edilememesi,

Mirasçılık durumunun yeterli düzeyde tespit edilemediği haller,

Nüfus kayıtlarında muğlaklık olması,

Miras bırakanın veya mirasçılardan herhangi birinin ölüm tehlikesi içinde
kaybolması veya aynı anda vefat etmeleri,

Mirasçılardan birinin evlatlık olması,

Miras bırakanın veya mirasçılardan birinin vatandaşlıktan çıkarılmış olması veya birden çok vatandaşlığının bulunması,

Mirasçılık belgesi verilmesinin yargılamayı gerektirmesi,

Miras bırakanın vasiyetname düzenlemesi.

Mirasçılık Belgesi (Veraset İlamı) Talep Ederken Herhangi Bir Süre Var mı?

Yasal mirasçılar, murisin vefat etmesinden sonra kural olarak herhangi bir hak düşürücü veya zamanaşımı süresine maruz kalmadan, uygun şartları sağladıklarında mirasçılık belgesi talep edebilirler.

Yetkili Mahkeme Neresidir?

Yetkili mahkeme ise talepte bulunanlardan birinin veya ilgililerden birinin son yerleşim yeri Sulh Hukuk Mahkemesi’dir.

Mirasçılık Belgesinin (Veraset İlamı) İptali İstenebilir mi?

Mirasçılık belgesinde bazen, mirasçı sayısının çokluğundan dolayı bir ya da birkaç mirasçı unutulabilir. Mirasçılık belgesindeki mirasçıların pay oranları yanlış yazılmış olabilir. Mirasçılık belgesinde mirasçı olarak gözüken bir kişi daha sonra mirasçı olmaya hak kazanamadığı ortaya çıkabilir. Gerçekte mirasçı olmadığı halde mirasçılık belgesinde mirasçı gibi gösterilip pay verilmiş olabilir. Bu ve benzeri durumlarda mirasçılık belgesinin iptali için dava açılabilir. Noterden alınan mirasçılık belgesi için sulh hukuk mahkemelerinde, sulh hukuk mahkemesinden alınan mirasçılık belgesi içinse asliye hukuk mahkemelerinde mirasçılık belgesinin iptali için dava açılabilir. Bu davanın açılacağı yetkili mahkeme ise mirasçıların her birinin oturduğu yer mahkemesi veya miras bırakanın son ikametgahının bulunduğu yer mahkemesidir.

Konuyla İlgili Yargı Kararları

Yargıtay 14. HD. 2016/11372 E., 2019/4966 K., 30.05.2019 T.

Yargıtay 14. HD., 2015/1804 E., 2015/5677 K., 21.05.2015 T.

ileadmin

İHALENİN FESHİ NEDENLERİ

İHALENİN FESHİ NEDENLERİ

Genel Olarak

2004 sayılı Kanun uyarınca ihalenin feshi, genellikle ihale tarihinden itibaren 7 gün içinde icra mahkemesine şikayet yoluyla başvurulan bir yoldur. İlgililer ihale gününe kadar oluşan ihalenin feshi sebeplerini en geç ihale günü öğrendikleri kabul edilir. Bazı hallerde şikayet süresi, fesih sebebinin öğrenildiği günden (örneğin, satış ilanının tebliğ edilmesi gereken birine edilmemesi gibi) itibaren başlar. Ancak her halükarda ihale gününden itibaren bir yıl geçmekle birlikte artık ihalenin feshi istenemez.

İhalenin Feshini Kimler İsteyebilir?

İhalenin feshini, satış isteyen alacaklı, borçlu, satış konusu malın resmi sicilindeki ilgililer, sınırlı ayni hak sahipleri ve pey sürmek suretiyle ihaleye iştirak edenler yurt içinde bir adres göstermek koşuluyla isteyebilirler.

Harç ve Teminat Durumu

Pey sürmek suretiyle ihaleye iştirak edenler tarafından yapılan ihalenin feshi talebi nispi harca tabiidir ve ihale bedeli üzerinden hesaplanacak bir teminat yatırmaları gerekir.

İhalenin Feshi Nedenleri

“Gerek doktrinde gerekse Yargıtay uygulamasında;

1-İhaleye fesat karıştırılmış olması,

2-Artırmaya hazırlık aşamasındaki hatalı işlemler,

3-İhalenin yapılması sırasındaki hatalı işlemler,

4-Alıcının taşınmazın önemli nitelikleri hakkında hataya düşürülmüş olması şeklinde
sıralanmıştır.”(Yargıtay 12. Hukuk Dairesi 2021/4516 E. , 2021/5474 K.)

İhalenin Feshi Sebepleri

İhaleye Fesat (Hile) Karıştırılması:

6098 sayılı Kanun madde 281’e göre hukuka ve ahlaka aykırı yollara başvurularak (örneğin, ihalede satılacak taşınmazın belediyece kamulaştırılıp park veya başka bir yer yapılacağı şeklinde ilgililerin fesada uğratılması) ihalenin gerçekleştirilmesi sebebiyle her ilgili iptal sebebini öğrendiği günden itibaren 10 gün içinde ve herhalde ihale tarihini izleyen bir yıl içinde mahkemeye ihalenin iptali için başvurabilir.

Artırmaya Hazırlık Aşamasında Yapılan Hatalı İşlemler:

Satış ilanının yapılmamış olması veya yanlış yapılmış olması,
Satış ilanının ilgili kişiye usulsüz tebliğ olması veya hiç tebliğ olmaması (“Borçluya satış ilanının hiç tebliğ edilmemesi veya usulsüz tebliğ edilmesi, Dairemizin süreklilik arzeden içtihatlarına göre başlı başına ihalenin feshi sebebidir.”),
Satış ilanının vekilin varlığına rağmen asile tebliğ edilmesi,
Satışın kıymet takdirinin yapıldığı tarihten itibaren 2 yıl geçtikten sonra yapılması,
Haczin kalkmasına rağmen açık arttırmanın devam etmesi,
Kıymet takdirinde yapılan itirazların incelenmeksizin reddedilmesi,
Satıştan önce bilirkişiye kıymet takdirinin yaptırılmamış olması,
Kıymet takdiri kesinleşmeden ihalenin yapılmış olması,
Açık artırma ilan takvimine yasal olarak uyulmaması,
Asgari ihale bedelinin sağlanmamış olması,
Haczin düşmüş olmasına rağmen ihalenin yapılması,
Arttırma şartnamesinde taşınmazın tapudaki son durumunun gösterilmemesi,
İcra takibi gerçekleştirilmeden ihalenin gerçekleştirilmesi,
Kıymet takdirinin ilgililere tebliğ edilmemesi veya usulsüz edilmesi,
Taşınmaz satışında satış tarihi ile ilan tarihi arasında bir aydan az süre olması.

3. İhalenin Yapılması Sırasındaki Hatalı İşlemler:

İhalenin ilanda belirtilen yerden başka bir yerde yapılması,
İcra müdürünün yapması gereken satış ilanını yapmamış olması (2004 sayılı Kanun 114/2)
İhalenin ilanda belirtilen saatte yapılmamış olması,
İhalede tellal bulunmamış olması,
İhalenin yetkili ve görevli icra memuru tarafından yapılmamış olması,
İhalenin üç defa bağırılmadan yapılması,
Birbiriyle alakasız, ekonomik bütünlük arz etmeyen birden fazla taşınır veya taşınmazın aynı anda satılması,
İcra takibinin birden fazla taşınmaz üzerinde yapılmış olmasına rağmen, ihalenin sadece tek bir taşınmaz üzerinden yapılması ve satışın gerçekleşmesi,
Satılan malların bedeli dosya alacağını karşılamasına rağmen satışa devam edilmesi,
Satış bedelinin, dava konusu taşınmazın muhammen (tahmin edilen) bedelinin %50’sini ve satış masraflarını karşılamaması veya rüçhanlı alacağın üzerinde olmaması,
Açık arttırmanın gizli veya belirli kişiler arasında yapılmış olması,
Borçlu vekili olan vekilin ihaleye katılması ve ihalenin avukat üzerine yapılmış olması,
Elektronik ortamda satış yapılmaması,
İhale bedelinin kanunda öngörülen tutarda olmaması.

4. Alıcının Malın Esaslı Niteliklerinde Hataya Düşürülmüş Olması

Satılan malın yüz ölçümünün olduğundan büyük gösterilmiş olması (“Bilindiği üzere, satılan malın esaslı niteliklerindeki hata ihalenin feshi nedenidir. Öte yandan, gerek doktrinde gerekse Yargıtay uygulamasında artırmaya hazırlık aşamasındaki hatalı işlemler ihalenin feshi nedenleri arasında sayılmıştır. İhaleye konu taşınmazın ilan edilen net alanı ile mevcut net alanı arasında müşteriyi yanıltıcı nitelikte ve önemli ölçüde fark bulunması halinde bu hususun talep ve talibi etkileyeceği kuşkusuzdur. Zira, daha fazla alıcı çıkmasına ve taşınmazın daha yüksek bedelle satılmasına engel olabilecek bu farklılığın varlığı durumunda arttırmaya hazırlık aşamasında ve satılan malın esaslı niteliklerindeki hata söz konusu olacağından ihalenin feshi sonucu doğabilecektir.” Yargıtay 12. Hukuk Dairesi 2021/3234 E. , 2021/4943 K.),
Taşınmazın satımından önce kamulaştırılmasına karar verilmiş olması,
İmar durumunun yanlış gösterilmiş olması.

Yargıtay Kararları:

Yargıtay 12. Hukuk Dairesi 2021/4516 E. , 2021/5474 K.
Yargıtay 12. Hukuk Dairesi 2021/10824 E. , 2021/10799 K.
Yargıtay 12. Hukuk Dairesi 2021/3234 E. , 2021/4943 K.
Yargıtay 12. Hukuk Dairesi 2021/7437 E. , 2021/8680 K.

Av. Mustafa ŞİRİN

Stj. Av. Abdulsamet DEMİR

ileadmin

BOŞANMADA AF OLGUSU

BOŞANMADA AF OLGUSU

Evlilik Birliğinin Temelinden Sarsılması

1-) Af Olgusu:

Genel Olarak Af

Evlilik birliğinin temelinden sarsılması sebebiyle boşanma davasında af niteliğinde davranışlar gerçekleşmişse, boşanma davasının reddi gerekir. Boşanma davasında af olgusunun gerçekleşmesi içinse bazı koşulların varlığı gerekir. Öncelikle, affeden eşin, bu beyanının kayıtsız şartsız olması gerekir. Kayıtsız şartsız irade beyanı mevcut değilse en azından affı gösterir fiili tutum ve davranışın gerçekleşmesi gerekir. Ayrıca boşanma davasında af olduğunu iddia eden tarafın bunu somut delillerle kanıtlaması gerekir.

“Affın kabul edilebilmesi için kayıtsız şartsız bir irade beyanının mevcut olması ya da en azından affı gösterir fiili bir tutum ve davranışın gerçekleşmiş olması gerekmekte olup, ayrıca af olgusunu iddia edenin bunu somut delillerle kanıtlaması gerekir. (Y. 2. Hukuk Dairesi 2016/11205 E. , 2018/1791 K.)”

Af Niteliğindeki Davranışlar Nelerdir?

A. Barışmış Olmak

Eşlerden biri barışma girişiminde bulunduysa veya barışmayı gerçekleştirdiyse karşı tarafın bu olaydan önceki olaylarını affetmiş sayılacağından, bu konuları boşanma davasında ileri süremeyecektir. Sürse bile af sayıldığı için açtığı boşanma davası reddedilecektir.

“…evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına neden olan olaylardan sonra taraflar barışıp tekrar bir araya gelmiş ve evlilik birliğini devam ettirme iradesiyle birlikte yaşamaya başlamışlarsa, bu durum birbirlerini bağışladıkları anlamına gelir ve barışma öncesi nedenlere dayalı olarak boşanma kararı verilemez(Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 21.03.2007 gün 2007/2-156 E., 2007/157 K. sayılı ilamı).”

B) Önceki Olayları Affetmek

Evlilik birliğinin temelinden sarsılması sebebiyle açılan boşanma davasında af niteliğinde olan önceki olayları affetmek feragatle önceki olayları affetmek ve ihtarla önceki olayları affetmek şeklinde gerçekleşebilir.

Davacı feragat tarihinden önceki olayları affetmiş sayılır. Feragat tarihinden önceki olaylar boşanma sebebi sayılmaz ve hükme esas alınmaz. Feragat tarihinden sonra boşanmayı gerektiren bir olayın ortaya çıkması boşanmayı gerektirebilir.

“…Feragatle, erkekten kaynaklanan ve mahkemece erkeğe kusur olarak yüklenen önceki olayları affetmiş veya en azından hoşgörü ile karşılamıştır. Affedilen veya hoşgörü ile karşılanan olaylar taraflara kusur olarak yüklenemez.” (Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 2015/21878 E. , 2017/694 K.).

Yargıtay uygulamasında evlilik birliğinin temelinden sarsılması nedeniyle boşanma davasında affı içerecek şekilde ihtar çekmek af niteliğinde sayılır ve ihtar öncesi olayların affedildiğini gösterir. İhtar mahkeme aracılığıyla veya noter aracılığıyla yapılabilir. Bu iki şekilden biriyle yapılan ihtar, ihtar öncesi olayların affedildiğini ya da en azından hoşgörü ile karşılandığını gösterir ve boşanma davasına konu edilemez.

“…Davacı-karşı davalı erkek terk ihtarı çekmekle eşinin ihtar tarihinden önceki kusurlu davranışlarını affetmiş, en azından hoşgörüyle karşılamış olur. Affedilmiş veya hoşgörüyle karşılanmış olaylar da Türk Medeni Kanunu’ııun 166/1-2. maddesine dayalı boşanma davası için; boşanma sebebi olarak kabul edilemez.” (Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 2015/25806 E. , 2017/4193 K.).

 

C. Hoşgörü İle Karşılamak

Eşlerin olayları hoşgörü ile karşılaması evlilik birliğinin temelinden sarsılması sebebiyle açılan boşanma davasında af niteliğinde davranışlardan olduğundan bu sebebe dayanarak açılan dava reddedilecektir.

Hoşgörü niteliğindeki davranışlar:

  • Birlikte olmak (tatile gitmek, baba evinden alıp getirmek, düğün hazırlıklarını sürdürmek vs.)
  • Beyanda bulunmak (duruşmada, dilekçede, başka bir davada, savcılıkta, mesajla beyanda bulunmak vs.)
  • Hukuki süreci sonlandırmak (açtığı boşanma davasını açılmamış hale getirmek, ceza davasından vazgeçme barışmaya yönelik ise af sayılır.)
  • Karşılıksız kazandırmada bulunmak (hediye almak, taşınır almak, taşınmaz almak veya kiralamak vb.)
  • Diğer davranışlarda bulunmak (“kapım açıktır, her zaman gelebilir.” ifadesi hoşgörü niteliğindedir.).

D. Evlilik Birliğini Olaylara Rağmen Sürdürmek

Boşanmaya neden olan olaylardan sonra eşlerin makul bir süre daha birlikteliklerini sürdürmeleri af veya en azından hoşgörü niteliğinde olduğundan evlilik birliğinin temelinden sarsılması sonucu açılan boşanma davasının reddi gerekir.

Af Niteliğinde Olmayan Davranışlar Nelerdir?

Eşlerin bazı davranışları barışma gibi görünse de aslında Yargıtay kararlarında bu davranışlar barışma sayılmayan davranışlardır. Bunlar:

  • Çocukları ziyaret için bir araya gelmek,
  • Çocukların özel günleri için bir araya gelmek (örneğin, doğum günü veya okul etkinlikleri için bir araya gelmek),
  • Zorunluluk sebebiyle bir arada kalmak,

Bu davranışlar barışma olmayan davranışlardır ve dolayısıyla af sayılmazlar.

“…tarafların davanın devamı sırasında ortak çocuğun doğum günü ve okul etkinliklerinde bir araya gelmeleri de kadının eşinin kusurlu davranışlarını affettiğini kabule yeterli değildir. Kadının bu davranışlarının davalı erkek tarafından nasıl kabul edildiğinin de bir önemi yoktur.” (Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 2015/13589 E. , 2016/4387 K.)

Eşe karşı iyiniyetli girişimde bulunmak veya müzakerede bulunmak Yargıtay yerleşik içtihatlarınca af sayılan davranışlardan değildir. Örneğin Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin bir kararında “…Kocanın “yeni bir başlangıç yapalım” şeklindeki sözleri, iyiniyetle yapılmış bir girişim olup, af niteliğinde değildir.” tarzında bir yaklaşım benimsemiştir.

Zorunluluk sebebiyle aynı evde oturmak af sayılmaz. Çocukları için yılbaşında bir araya gelen eşlerin o gün için zorunluluktan evde kalmaları af kapsamında sayılmaz. Aynı evde oturma istemi makul bir süreyi kapsıyorsa af sayılmaz.

“Yapılan yargılama ve toplanan delillerden, tarafların yılbaşı günü çocukları için bir araya geldiği, hava muhalefeti nedeniyle davacı kadın ile davalı erkeğin aynı evde kaldığı taraf ve tanık beyanları ile sabit olup bu durum tarafların evlilik birliğini devam ettirmek üzere bir araya geldiğini göstermeye yeterli değildir. Bu durumda kusurlu davranışların affedildiği en azından hoşgörü ile karşılandığının kabulüne olanak bulunmamaktadır.” (Y.2.HD., 2016/13152E., 2017/10906K., 11.10.2017T.).

“…Boşanma davasına rağmen, bir zorunluluk bulunmadığı halde tarafların aynı evde birlikte yaşamaya devam ettikleri toplanan delillerden anlaşılmaktadır. Bu durum, evlilik birliğinin temelinden sarsılmadığını, sürdürülebilir olduğunu gösterir. (Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 2011/16218 E. , 2012/12395 K.).

“Davacının şiddet olayından sonra dokuz-on gün gibi kısa bir süre müşterek hanede kalması bizatihi af olgusunu ispatlamak için yeterli değildir.” (Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 2015/12802 E. , 2015/13908 K.)

Eşiyle arasındaki ceza davasından vazgeçmesi eşini cezadan kurtarmaya yönelik ise af niteliğinde değildir.
“Koca hakkında açılan ceza davasında, kadının şikayetinden vazgeçmesi eşini cezadan kurtarmaya matuf olup, başka olgularla desteklenmediği sürece af niteliğinde kabul edilemez.” (Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 2014/10185 E. , 2014/21891 K.).

Yargıtay’ın yerleşik uygulamalarına göre dilekçelerde ve duruşmalarda eşini sevdiğini söylemek onun kusurlarını affettiği anlamına gelmemektedir.
“Davalı kadının cevap dilekçesinde ve duruşmalarda eşini sevdiğini beyan etmesi eşinin kusurlu davranışlarını affettiği şeklinde kabul edilemez.”( Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 2013/13502 E. 2013/26994 K.).

Konu hakkında kapsamlı bilgi almak için Aile Hukuku kısmını inceleyebilir ya da iletişim bilgilerinden bize ulaşabilirsiniz.

Av. Mustafa ŞİRİN

Stj.Av. Abdulsamet DEMİR

ileadmin

İkamet İzni

İkamet İzni

İkamet İzni Çeşitleri Nelerdir?

  1.  Kısa dönem ikamet izni,
  2. Aile ikamet izni,
  3. Öğrenci ikamet izni,
  4. Uzun dönem ikamet izni,
  5. İnsani ikamet izni,
  6. İnsan ticareti mağduru ikamet izni.

Bu ikamet izinlerinin kimlere verileceği, verilmesi için gereken şartları ve ne kadar süre verileceği 6458 sayılı Kanun’la düzenlenir.

İkamet İzinleri Arasında Geçiş Yapabilir miyim?

Aile ikamet izni alanların 18 yaşına kadar öğrenci ikamet izni almalarına gerek olmadan ilk ve ortaöğretim kurumlarında eğitim almaları sağlanır.

En az üç yıl aile ikamet izniyle Türkiye’de kalmış olanlardan 18 yaşını dolduranlar, talepleri halinde kısa dönem ikamet iznine dönüştürebilirler.

Boşanma halinde, Türk vatandaşıyla evli olan yabancı eşin en az üç yıl aile ikamet izniyle kalmak şartıyla kısa dönem ikamet izni verilebilir. Ancak yabancı eşin aile içi şiddet görmüş olduğu ilgili mahkeme kararıyla sabit ise üç yıllık süre aranmaz.

Destekleyicinin ölümü halinde, bu kişiye bağlı olarak aile ikamet izniyle kalmış olanlar süre şartı aranmaksızın kısa dönem ikamet izni verilebilir.

Anlaşmalı Evlilik Yoluyla Talep Edilen Aile İkamet İzni

Aile ikamet izni verilmeden veya uzatmak için talepte bulunmadan önce makul şüphe varsa, evliliğin sırf ikamet izni almak için yapılıp yapılmadığı valiliklerce araştırılır. Yapılan araştırma sonucu evliliğin bu amaç için yapıldığı anlaşılmışsa aile ikamet izni verilmez, verilmişse iptal edilir.

Aile ikamet izni verildikten sonra devamı süresince bu durumun denetimi valiliklerce yapılmaya devam edilir.

Anlaşmalı evlilik yoluyla alınan ve iptal edilen ikamet izni, ikamet izin sürelerinin toplamında hesaba katılmaz.

İkamet İzni Başvurusu

Türkiye’ye gelmiş olup vize veya vize muafiyetinin tanıdığı süreden ya da herhalde 90 günden fazla kalan yabancı kişilerin Türkiye’de kalmaya devam etmeleri için ikamet izni almaları gerekir. İkamet izinleri, pasaport veya pasaport yerine geçen belgelerin geçerlilik süresinden altmış gün daha kısa süreli olarak, kalış amacına bağlı ve her yabancı için ayrı düzenlenir.

İkamet izni başvurusu, bulundukları ülkedeki konsolosluk aracılığıyla, ikamet izni alacağı ülkede ise bulunduğu ildeki valiliğe veya internet sitesi (e-ikamet) üzerinden alınacak randevu ile başvuru yapılabilir.

Başvuru sahibi, yapılan başvuru için gerekli şartları sağlamak ve ilgili belgeleri temin etmek durumundadır.

İlk ve geçiş ikamet izinleri başvurusu için, başvurucunun e-ikamet üzerinden başvuru yapıp alınan randevu gününde ve saatinde gerekli evraklarla bulunduğu ildeki İl Göç İdaresi Müdürlüğü’nde hazır bulunması gereklidir. İkamet izni uzatma başvuruları ise ikamet izni süresinin dolmasından 60 gün önce ya da her halükarda ikamet izni süresinin dolmasından önce ilgili kuruma başvuru yapılmalıdır.

İlgili kurum bu başvuruyu en geç 90 gün içinde sonuçlandırmalıdır. 90 günlük süre bilgi ve belgelerin eksiksiz olarak yetkili makama verilmesinden itibaren başlamaktadır.

Başvurunun tamamlanmasından sonra yetkili kurum başvuruyu sonuçlandırıncaya kadar başvuru sahibine, “İkamet İzni Başvuru Belgesi” verir. Bu belgeyle kişi, başvuru tamamlanıncaya kadar Türkiye’de ikamet etmeye devam edebilir ve on beş günü geçmemek kaydıyla yurtdışına çıkabilir. On beş günü geçmesi halinde ise vize ilişkin genel hükümler uygulanır.

İkamet İzni Başvurum Reddedildi, Ne Yapmalıyım?

İkamet izni başvurusu yapıldıktan sonra başvuruyu değerlendiren kurum başvuruyu onaylayabilir ya da reddedebilir. Yetkili makam başvuruyu onaylarsa başvuru sahibine başvuru yaptığı ikamet izni verilir. Reddederse kişi 10 gün içinde ülkeyi terk etmek durumunda kalır. İkamet izni başvurusu herhangi bir sebeple reddedilmesi halinde ilgili karar yabancıya veya yasal temsilcisine ya da avukatına tebliğ edilir.

Bu ret kararına karşı kendisine tebliğ edilmesinden itibaren 30 gün içinde kararı veren makama itiraz edebilir. Ayrıca tebliğden itibaren 60 gün içinde idare mahkemelerinde “İdari İşlemin İptali Davası” açabilir.

İptal davası açılması yabancının 10 gün içinde ülkeyi terk etmesini engellemez. Engellemesi için mahkemeden “Yürütmenin Durdurulması” kararı alınması gerekir. Aksi halde yabancı hakkında sınır dışı edilme kararı verilir.

Başvurusu reddedilen yabancı, ülke dışına çıktığında yeniden başvuru yapabilir. Ancak ret kararının kişiye tebliğinden itibaren 6 ay içinde başvuru yapacaksa aynı gerekçeye dayanamaz.

 

Konuyla İlgili Mahkeme Kararları

Danıştay 10. Daire Başkanlığı

2016/1634 E. 2021/4944 K

Danıştay 10. Daire Başkanlığı

2016/594 E. 2021/4945 K.

 

Konuyla ilgili daha fazla bilgi edinmek için iletişim bilgilerinden bize ulaşabilirsiniz.

 

Av. Mustafa ŞİRİN

Stj. Av. Abdulsamet DEMİR

ileadmin

1- Başvuru Sahibi Kimlik Belgesi 2- Statü Sahibi Kimlik Belgesi 3- Geçici Koruma Kimlik Belgesi

1- Başvuru Sahibi Kimlik Belgesi 2- Statü Sahibi Kimlik Belgesi 3- Geçici Koruma Kimlik Belgesi

Uluslararası Koruma Başvuru Sahibi Kimlik Belgesi

Kayıt işlemleri yapıldıktan sonra başvuru sahibine ve varsa birlikte geldiği aile üyelerine, uluslararası koruma başvurusu talebi yaptığını içeren ve başvuru sahibinin kimlik numarasını gösteren “Uluslararası Koruma Başvuru Sahibi Kimlik Belgesi” düzenlenir.

Kimlik belgesi 1 yıllığına verilir. Başvuru bir yılda sonuçlandırılmazsa 1 yıllık sürelerle yenilenir.

Verilen kimlik belgesinin geçerlilik süresi ile uzatılmasına ilişkin usul ve esaslar Bakanlıkça düzenlenir.

Kimlik belgesinin şekli ve içeriği Genel Müdürlükçe düzenlenir.

Kimlik belgesi herhangi bir harca tabii olmayıp, ikamet izni yerine geçer.

Uluslararası Koruma Statüsü Sahibi Kimlik Belgesi

Başvuru sonucunda talepleri uygun görülen başvuru sahiplerine mülteci, şartlı mülteci ve ikincil koruma statüsü verilir. Mülteci, şartlı mülteci ve ikincil koruma verilenlere yabancı kimlik numarasını içeren üç yıl süreli kimlik belgesi düzenlenir.

Bu kimlik belgesi süresi yabancıların statüsü sona erene ya da iptal edilene kadar üçer yıllık sürelerle yenilenir.

Bu kimlik belgeleri hiçbir harca tabii olmayıp, ikamet izni yerine geçer.

Kimlik belgesinin şekil, içerik, geçerlilik süresi ve uzatılmasına ilişkin usul ve esaslar Bakanlıkça düzenlenir.

Geçici Koruma Kimlik Belgesi

Bakanlar Kurulunca onaylanan 22/10/2014 tarihli ve 6883 sayılı yönetmelik kapsamında ülkemize Suriye Arap Cumhuriyeti’nden kitlesel akınla gelen ve geçici koruma kapsamında ülkemizde kalmalarına izin verilen Suriye uyruklu yabancılara “Geçici Koruma Kimlik Belgesi” verilmiştir.

Türkiye’de kalış hakkı vermesine rağmen ikamet izni veya ikamet iznine eşdeğer belge niteliğinde değildir.

Herhangi bir harca ve ücrete tabi değildir.

Yabancının yapılan yardım ve hizmetlere erişimini sağlayan yabancı kimlik numarasını içermektedir.

Uzun dönem ikamet iznine geçiş hakkı tanımamaktadır.

Süresi ikamet izni toplamında dikkate alınmadığından Türk vatandaşlığına başvuru hakkı sağlamamaktadır.

 

 

 

ileadmin

SINIR DIŞI EDİLME – 1

SINIR DIŞI EDİLME – 1

Sınır Dışı Etme Kararını Kim Verebilir?

Sınır dışı etme kararı, Genel Müdürlüğün (Göç İdaresi Genel Müdürlüğü) talimatı üzerine veya resen ilgili valilik tarafından verilir.

Kimler Sınır Dışı Edilebilir?

Kimlerin sınır dışı edileceği 6458 sayılı Kanun’un 54’üncü maddesinde yazılmıştır.

Hakkında sınır dışı edilme kararı verilen yabancılar eğer 6458 sayılı Kanun’un 55’inci maddesindeki kişilerden biriyse sınır dışı edilme kararı verilmez. Buna rağmen haksız bir sınır dışı edilme kararı verilmişse, bunu veren makamın, idari işlemi iptal etmesi gerekmektedir. İdari makam, kararı iptal etmezse dava açılmalıdır.

Sınır Dışı Edilen Kişiler Nereye Gönderilir?

Sınır dışı etme kararı verilen kişiler menşe ülkesine, transit gideceği ülkeye, Türkiye’ye gelirken transit geçtiği ülkeye ya da başka bir üçüncü ülkeye gönderilir.

Sınır Dışı Etme Kararına İtiraz Edebilir Miyim?

Sınır dışı etme kararı gerekçesiyle birlikte size veya yasal temsilcinize ya da avukatınıza tebliğ edilir. Eğer avukatınız yoksa ilgili karar hakkında size veya yasal temsilcinize kararın sonucu, itiraz usulleri ve süreleriyle ilgili bilgilendirme yapılır.

Sınır dışı etme kararının tebliğinden itibaren 7 gün içinde İdare Mahkemesi’ne itiraz başvurusunda bulunabilirsiniz. İtiraz başvurusunda bulunduktan sonra sınır dışı etme kararını veren makama da bilgi verilmesi gerekir. Mahkeme, ilgili başvuruyu 15 gün içinde sonuçlandırır. İdare mahkemelerinin bu konu hakkında vereceği kararlar kesindir.

Yabancının rızası saklı kalmak şartıyla, dava açma süresi içinde veya dava açılmışsa yargılama sonuçlanıncaya kadar yabancı sınır dışı edilmez.

Sınır Dışı Edilme Kararından Sonra Türkiye’yi Terke Davet İçin Verilen Belge

Sınır dışı edilme kararı verilen yabancıya sınır dışı edilme kararında da belirtileceği üzere, Türkiye’yi terk etmeleri için on beş günden az olmamak üzere otuz gün süre tanınır. Ancak, kaçma ve kaybolma riski bulunanlara, yasal giriş veya yasal çıkış kurallarını ihlal edenlere, sahte belge kullananlara, asılsız belgelerle ikamet izni almaya çalışanlara veya aldığı tespit edilenlere, kamu düzeni, kamu güvenliği veya kamu sağlığı açısından tehdit oluşturanlara bu süre tanınmaz.

Türkiye’den çıkış için süre tanınan kişilere çıkış süresi içinde geçerli olmak üzere “Çıkış İzin Belgesi” verilir. Bu belge hiçbir harca tabii değildir.

İdari Gözetim Kararına  İtiraz Edebilir Miyim?

İdari gözetim kararı, hakkında sınır dışı etme kararı alınan yabancılardan kaçma ve kaybolma riski bulunan, Türkiye’ye giriş ve çıkış kurallarını ihlal eden, sahte ya da asılsız belge kullanan, belirli bir mazereti olmaksızın Türkiye’den çıkmaları için tanınan sürede çıkmayan, kamu düzeni, kamu güvenliği ve kamu sağlığı açısından tehdit oluşturanlar hakkında valilik tarafından alınan karara denir. Bu şartları taşıyıp da idari gözetim kararı verilmeyen veya idari gözetim kararı sona eren yabancı hakkında idari gözetime alternatif yükümlülükler getirilebilir. Bu yükümlülüklerin süresi 24 ayı geçemez.

İdari gözetim kararı alınan veya elektronik izleme yükümlülüğüne tabi tutulan yabancı veya yasal  temsilci ya da avukatı bu kararlara karşı sulh ceza hakimliğine başvurabilir. İdareye dilekçe verildikten sonra, idare dilekçeyi sulh ceza hakimliğine ulaştırır. Sulh ceza hakimi beş gün içinde karar verir. Hakimin verdiği karar kesindir.

Hakkında idari gözetim kararı alınan kişi veya yasal temsilcisi ya da avukatı idari gözetim şartlarının ortadan kalktığı ya da değiştiği iddiasıyla yeniden sulh ceza hakimine başvurabilir.

İdari Gözetim Kararının Süresi Ne Kadardır?

Hakkında idari gözetim kararı alınan yabancılar, yakalamayı yapan kolluk birimince geri gönderme merkezlerine 48 saat içinde götürülür.

Geri gönderme merkezlerinde idari gözetim süresi 6 ayı geçemez. Ancak hakkında idari gözetim kararı alınan yabancının bir takım hususlar hakkında doğru bilgi vermemesi veya işbirliğine yanaşmamasından dolayı bu süre bir 6 ay daha uzatılabilir.

İdari gözetim kararı ile ilgili her ay düzenli olarak yapılan değerlendirmelerin sonuçları da yabancıya ya da yasal temsilcisine veya avukatına tebliğ edilir.

İdari Gözetim Kararı Alınan Yabancılar Nerede Tutulur?

İdari gözetim kararı alınan yabancılar Bakanlık tarafından işletilen geri gönderme merkezlerinde kalırlar. Bu tesislerde kalan yabancılar için uygun koşullar yönetmelikle düzenlenir.

Konuyla İlgili Yargı Kararları

Başvuru Numarası: 2013/655, Karar Tarihi: 20 Ocak 2016.

Başvuru Numarası: 2013/1649, Karar Tarihi: 20 Ocak 2016.

Başvuru Numarası: 2014/2841, Karar Tarihi: 9 Haziran 2016.

Başvuru Numarası: 2014/15824, Karar Tarihi: 22 Eylül 2016.

 

Av. Mustafa ŞİRİN

Stj. Av. Abdulsamet DEMİR

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

ileadmin

Fazla Çalışma Ücreti 45 Saat

Fazla Çalışma Ücreti 45 Saat

Tanım:

Genel bakımdan çalışma süresi haftada 45 saattir (İş Kanunu 63/1). Aksi kararlaştırılmadıkça bu süre, işyerlerinde haftanın çalışılan günlerine eşit ölçüde bölünerek uygulanır.

Fazla çalışma, iş kanununda yazılı koşullar çerçevesinde haftalık 45 saati, gün olarak 11 saati, gece çalışması olarak 7.5 saati aşan çalışmalardır.

Fazla süreli çalışma, haftalık çalışma süresinin sözleşmelerle 45 saatin altında belirlendiği durumlarda bu çalışma saatini aşan ve 45 saate kadar olan çalışmalara denir. Örneğin, iş sözleşmesi ile haftalık çalışma süresi 40 saat olarak belirlenmişse, 40 ila 45 saat arasında yapılan çalışmadır.

Fazla Çalışma Ücretinin Talep Edilebileceği Haller

Haftalık çalışma süresinin 45 saat belirlendiği yerlerde bu haftalık çalışma süresini aşan çalışmalar için fazla çalışma ücretine hak kazanırsınız.

Günlük çalışma süresi 11 saat ile sınırlıdır. Haftalık çalışma süresi (45 saat) dolmasa bile günlük çalışma süresi olan 11 saati aşan çalışmalar içinde fazla çalışma ücretine yerleşik Yargıtay içtihatlarına göre hak kazanırsınız.

“Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Dairemizin yerleşik uygulamasına göre, bir işçinin günde en fazla fiilen 14 saat çalışabileceğinin kabulü gerekir. Bu durumda 24 saat çalışıp 24 saat dinlenme usulüyle yapılan çalışmalarda bir hafta 3 gün diğer hafta ise 4 gün çalışma yapılacağından, yukarıda bahsedilen 63 üncü madde hükmü gereğince, haftalık normal çalışma süresi dolmamış olsa dahi günlük 11 saati aşan çalışmalar fazla çalışma sayılması nedeniyle, bu çalışma sisteminde işçi ilk bir hafta (3×3=) 9 saat takip eden hafta ise (4×3=) 12 saat fazla çalışma yapmış sayılmalıdır.” (YHGK 2015/3395 E. 2017/758 K)

İş Kanunu 69’a göre çalışma hayatında “gece” en geç saat 20.00’da başlayan, en erken saat 6.00’ya kadar geçen ve herhalde en fazla 11 saat süren dönem olarak tanımlanır. Gece döneminde en fazla 7.5 saat çalışılabilir. Ancak istisna olarak turizm, özel güvenlik ve sağlık hizmeti sektörlerindeki işlerde, işçinin yazılı onayı alınarak 7.5 saatin üzerinde çalıştırılması mümkündür. Gece döneminde yapılan çalışmalar 7.5 saati aştığı durumlarda haftalık çalışma saati olan 45 saati aşmasa bile Yargıtay uygulamasınca fazla çalışma olarak değerlendirmektedir (Yargıtay 9.HD 2012/4976 E, 2014/9675 K,)

Haftalık çalışma süresi olan 45 saatin geçilmesinde de fazla çalışma ücretine hak kazanılmaz. İş kanununda bu hususta düzenleme vardır. İşveren bir ay işçileri haftalık çalışma süresi olan 45 saatten fazla çalıştırdığında gelecek ay 45 saati dengeleyecek şekilde bir denkleştirmeye gidebilir. Bu düzenleme en fazla iki ay için uygulanabilir. Toplu iş sözleşmesiyle 4 aya kadar çıkarılabilir.

İşçiye fazla çalıştığı bu süreler zamlı şekilde ödenmezse, işçi İş Kanunu 24/2-e uyarınca, haklı nedenle iş sözleşmesini feshedebilir. Feshetmek için iş sözleşmesinin bitimini beklemek veya bildirim süresine uymak zorunda değildir.

Fazla Saatlerle Çalışma Ücretinin Hesaplanması

Fazla süreli çalışmalarda belirlenen sürenin aşılması durumunda ücret, yüzde 25 oranında zamlı, fazla çalışmada ise 45 saatten fazla her saat için yüzde 50 zamlı olarak ödenmesi gerekir.

Yer altı ve maden işletmelerinde çalışan işçilerin günlük çalışma süresi en fazla 7.5 saat, haftada ise en fazla 37.5 saattir. Bu sürelerin aşılması sonucunda işçiye saatlik ücreti yüzde 100 zamlı olarak ödenir.

İşçinin yapmış olduğu fazla çalışmaya karşılık zamlı ücret alabileceği gibi İş Kanunu hükmü uyarınca serbest zaman olarak da kullanabilir. Fazla çalışma yaptığı her saatin karşılığı olarak 1 saat 30 dakika serbest zaman kazanır. Fazla süreli çalıştığı her saat içinse 1 saat 15 dakika serbest zaman kazanır. İşçi bu serbest zamanını altı ay içinde yazılı olarak işverene bildirmek kaydıyla, işyeri uygulamasına ve işverene uygun bir aralıkta, çalışma süreleri içinde ve ücretinde herhangi bir kesinti olmadan kullanabilir. İşçiye kanundan veya sözleşmelerden kaynaklanan tatil ve izin günlerinde serbest zaman kullandırılmaz.

Fazla çalışma süresi yıllık 270 saati aşamaz.

Ara dinlenme denilen çay ve yemek molaları fazla çalışma sürelerinden indirilerek hesaplama yapılır.

Ücret Alacaklarında Zorunlu Arabuluculuk

1 Ocak 2018 itibariyle ücret alacaklarında zorunlu arabuluculuk kurumu getirilmiştir. Taraflar uyuşmazlıklarını mahkeme yoluyla çözmeden önce arabuluculuk kurumuna başvuru yapıp çözmeyi denemelidirler. Bir sonuç alamadıklarında dava yoluyla çözüme gidilmelidir. Ücret alacaklarında arabuluculuğa gitmeden açılan davalar usulden reddedilmektedir.

Görevli ve Yetkili Mahkeme

Görevli mahkeme iş mahkemeleridir.

İş davalarında yetkili mahkeme ise davalı gerçek veya tüzel kişinin davanın açıldığı tarihteki yerleşim yeri veya işin veya işlemin yapıldığı yer mahkemesidir.

Fazla Çalışma Ücreti Alacağında Zamanaşımı

Bu husus hem İş Kanunu’nda hem de Türk Borçlar Kanunu’nda düzenlenmiştir. Her iki düzenleme de ücret alacaklarında zamanaşımını beş yıl olarak öngörmüştür.

Konuyla İlgili Yargıtay Kararı Örnekleri

  1. 9. HD., E.2012/11715, K.2014/16577, T.23.05.2014,
  2. 9. HD., E. 2011/51145, K. 2014/34, T. 13.1.2014
  3. 9. HD., E. 2016/19326, K. 2017/9168, T. 29.5.2017,

YHGK, E. 2015/3395, K. 2017/758, T. 19.4.2017

Konuyla ilgili sorularınız için iletişim bilgilerinden bize ulaşabilirsiniz.

ileadmin

MEHİR UYGULAMASI

MEHİR UYGULAMASI

Tanımı

Mehir, nikâhtan önce veya evliliğin devamında ya da evliliğin boşanmayla veyahut ölümle sona ermesi sonucunda eşe verilen para, belirli mal ya da taşınmaz türündeki armağandır.

Nikâhtan önce verilen mehire mehr-i muaccel, nikâhtan sonra veya evliliğin boşanmayla ya da ölümle sona ermesi sonucunda verilen mehire ise mehr-i müeccel denir.

Mehr-i muaccel de bir bekleme olmadığı için kanıtlamaya gerek yoktur. Ancak mehr-i müeccel için mehir senedi gerekmektedir.

Mehir Senedinin Şekil Şartları

Türk Kanunlarında mehir ile ilgili bir düzenleme bulunmamaktadır. Yargıtay uygulaması Türk Borçlar Kanunu madde 288’de düzenlenen “bağışlama vaadi” olarak nitelendirmektedir. Dolayısıyla mehir senedi yazılı olarak yapılması gereken bir belgedir. Yazılı şekil şartından kasıt adi yazılı şekil şartıdır.

Ancak taşınmaz bir mal mehir olarak veriliyorsa resmi şekil şartına tabiidir. Taşınmaz tapuya kayıtlı olmak zorundadır. Aksi halde Yargıtay tapuya kayıtlı olmayan taşınmazları taşınır mal olarak kabul etmektedir. Bunun sonucu olarak da tapuya kayıtlı olmayan taşınmaz adi yazılı şekil şartına tabidir. Taraflar basit bir kâğıda bile imza atarak bu şekil şartını sağlayabilirler.

Yazılılık şartının istisnası ise Türk Borçlar Kanunu’nda düzenlenen elden bağışlama hükmüdür. Bunun sonucu ise taraflar sözlü olarak elden bağışlama yapmışlarsa yapılan bağışlama geçerlidir ve geri alınamaz. Bu sözleşme resmi şekil şartına bağlı bağışlamalarda uygulanmaz (TBK m.288/3).

Mehir senedi senetle ispat zorunluluğuna tabi olup, tanıkla ispat hukuken mümkün değildir.

 

Görevli ve Yetkili Mahkeme

 

Mehir alacağı davasında görevli mahkeme konusu, uygulamada ve yargı kararlarında tartışmalıdır. Aile mahkemeleri ile asliye hukuk mahkemeleri arasında görev konusunda tartışmalı kararlar bulunsa da son zamanlarda Yargıtay’ın kararlarında asliye hukuk mahkemelerinin görevli olduğuna ilişkin kararlar çoğunluktadır. Örneğin bir kararda “…mehir alacağı davasındaki uyuşmazlık aile mahkemesinden kaynaklı alacak niteliğinde olmayıp genel hükümlere dayalı bir alacak talebi niteliğindedir.” hükmü amirdir. (Yargıtay 8. H.D. 2014/22932 E, 2016/4548 K,)

Dolayısıyla Yargıtay kararına göre uyuşmazlığın asliye hukuk mahkemelerinde açılması gerekir.

Mehir alacağı davasında yetkili mahkeme ise davalının bulunduğu yerdeki asliye hukuk mahkemeleridir.

Uygulamadaki sorunlardan dolayı hak kaybına uğramamak için bu konuda tecrübeli bir avukata danışmanız yararınıza olacaktır.

 

Mehir Senedi Alacağı Davasında Zamanaşımı Ne Kadardır?

 

Yargıtay uygulamalarında mehir alacağı “bağışlama vaadi” niteliğinde olduğu için Türk Borçlar Kanunu hükümleri uygulanır. Türk Borçlar Kanunu madde 146 hükmü gereği genel zamanaşımı süresi kural olarak 10 yıldır ve bu Türk Borçlar Kanunu madde 149 hükmü uyarınca alacağın muaccel olmasıyla işlemeye başlar. Mehir senedi alacağı davası boşanma kararı kesinleştikten sonra 10 yıllık zamanaşımına tabiidir.

 

Mehir Senedi Alacağından Geri Dönülebilir mi?

 

Mehir senedi alacağından Türk Borçlar Kanunu hükümleri uyarınca bazı durumların gerçekleşmesi sonucu dönülebilir. Bu hususlar Türk Borçlar Kanunu madde 295 ve 296’da düzenlenmiştir. Bu kanun maddesinde sıralananlardan bir tanesinin gerçekleşmesi mehir senedi alacağının geri verilebilmesi için yeterlidir.

 

İlgili Yasal Düzenlemeler

 

  1. Bağışlamanın ortadan kalkması
  1. Bağışlamanın geri alınması

MADDE 295- Bağışlayan, aşağıdaki durumlardan biri gerçekleşmişse, elden bağışlamayı veya yerine getirdiği bağışlama sözünü geri alabilir ve bağışlananın istem tarihindeki zenginleşmesi ölçüsünde, bağışlama konusunun geri verilmesini isteyebilir:

  1. Bağışlanan, bağışlayana veya yakınlarından birine karşı ağır bir suç işlemişse.
  1. Bağışlanan, bağışlayana veya onun ailesinden bir kimseye karşı kanundan doğan yükümlülüklerine önemli ölçüde aykırı davranmışsa.
  1. Bağışlanan, yüklemeli bağışlamada haklı bir sebep olmaksızın yüklemeyi yerine getirmemişse.
  1. Bağışlama sözü vermenin geri alınması ve ifadan kaçınma

 

MADDE 296- Bağışlama sözü veren, aşağıdaki durumlarda sözünü geri alabilir ve onu ifadan kaçınabilir:

  1. Elden bağışlanılan bir malın geri verilmesini isteyebileceği sebeplerden biri varsa.
  1. Mali durumu, sonradan sözün yerine getirilmesini kendisi için olağanüstü ağır kılacak ölçüde değişmişse.
  1. Bağışlama sözü verdikten sonra, kendisi için yeni aile yükümlülükleri doğmuş veya bu yükümlülükleri önemli ölçüde ağırlaşmışsa.

Bağışlama sözü verenin borcunu ödeme güçsüzlüğü belirlenir veya iflasına karar verilirse, ifa yükümlülüğü ortadan kalkar.

Bağışlayanın bu hakkının kullanabilmesi içinse kanun koyucu süre öngörmüştür. Buna göre bağışlayan bu dönme iradesini geri alma sebebini öğrendiği tarihten itibaren 1 yıl içinde kullanmalıdır. Bağışlayan kişi bir yıl dolmadan ölürse geri alma hakkı mirasçılara geçer ve mirasçılar bu sürenin sona ermesine kadar bu hakkı kullanabilirler.

 

Konuyla İlgili Yargıtay Kararları Örnekleri

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 30.06.2020, 2017/1538 E. 2020/485 K.

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 2020/4902 E. 2020/5437 K.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 26.03.2019, 2017/451 E., 2019/355 K.

 

Konuyla ilgili detaylı bilgi almak için iletişim kısmındaki bilgilerden bize ulaşabilirsiniz.

Av. Mustafa ŞİRİN

Stj. Av. Abdulsamet DEMİR