Kategori arşivi Makaleler

ileadmin

NAFAKA

Bu yazımızda, Aile Hukuku içinde önemli bir yeri olan nafaka konusunu ele alacağız. Nafaka, boşanma davası ile birlikte talep edilebildiği gibi tek başına da dava konusu olabilmektedir.

A- Nafaka Çeşitleri Nelerdir?

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’na göre, tedbir, yoksulluk, iştirak ve yardım olmak üzere dört çeşit nafaka bulunmaktadır.

Boşanma davası öncesinde veya boşanma davası devam ederken hâkim, eşlerin barınmasına, geçimine ve çocukların bakım ve korunmasına ilişkin tedbir nafakasına hükmedebilir.

Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan mali gücü oranında süresiz olarak yoksulluk nafakası isteyebilir. Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz. (md. 175)

İştirak nafakası, boşanma veya ayrılık sonucunda, çocuk kendisine verilmemiş olan tarafın (ana veya babanın) çocuğun bakımı ve yetiştirilmesi giderlerine katılmasıdır.

Herkes, yardım etmediği takdirde yoksulluğa düşecek olan üstsoyu ve altsoyu ile kardeşlerine yardım nafakası vermekle yükümlüdür. Kardeşlerin nafaka yükümlülükleri, refah içinde bulunmalarına bağlıdır.

B- Boşanma Davası Açılmadan Tedbir Nafakası Talep Edilebilir Mi?

Birlikte yaşamaya ara verilmesi haklı bir sebebe dayanıyorsa hâkim, eşlerden birinin istemi üzerine birinin diğerine yapacağı parasal katkıya, konut ve ev eşyasından yararlanmaya ve eşlerin mallarının yönetimine ilişkin önlemleri alır. Eşlerden biri, ortak hayat sebebiyle kişiliği, ekonomik güvenliği veya ailenin huzuru ciddî biçimde tehlikeye düştüğü sürece ayrı yaşama hakkına sahiptir.

Eşlerden biri, haklı bir sebep olmaksızın diğerinin birlikte yaşamaktan kaçınması veya ortak hayatın başka bir sebeple olanaksız hâle gelmesi üzerine de yukarıdaki istemlerde bulunabilir.

Kısacası, ayrı yaşamak için haklı bir sebebi olan eş, boşanma davası açmadan önce de tedbir nafakası talep edebilir.

C- Evlenince Nafaka Kaldırılır mı?

         Yoksulluk nafakasının toptan veya durumun gereklerine göre irat biçiminde ödenmesine karar verilebilir. İrat biçiminde ödenmesine karar verilen nafaka, alacaklı tarafın yeniden evlenmesi ya da taraflardan birinin ölümü halinde herhangi bir davaya gerek olmaksızın kendiliğinden kalkar.

Ç- Nafaka Alan Eski Eşim Evlenmeden Birisiyle Birlikte Yaşıyor, Nafaka Kaldırılır Mı?

Nafaka ödediğiniz eski eşiniz nafakası kesilmesin diye başka biriyle evlenmeden birlikte yaşıyorsa veya içinde bulunduğu yoksulluktan kurtulmuşsa ya da haysiyetsiz hayat sürüyorsa mahkeme kararıyla nafaka kaldırılır.

D- Nafaka Ödenmiyor, Güvence İstenebilir Mi?

Ana ve baba nafaka yükümlülüklerini sürekli olarak ve ısrarla yerine getirmezlerse ya da kaçma hazırlığı içinde bulundukları, mallarını gelişigüzel harcadıkları veya heba ettikleri kabul edilebilirse hâkim, gelecekteki nafaka yükümlülüklerine ilişkin olarak uygun bir güvencenin sağlanmasına veya gerektiğinde diğer önlemlerin alınmasına karar verebilir.

Nafaka ile ilgili spesifik sorunlarınız için İletişim kısmından bize ulaşabilirsiniz.

ileadmin

Kiracının Tahliyesi ve Kira Bedelinin Tahsili

A- Kiralayan Kimdir?

Kiralayan kişinin tapuda malik olmasına gerek yoktur. Kiralayan, taşınmazın maliki olmasa bile, kiralayan sıfatı ile ilamsız tahliye takibi yapabilir.

B- Kira Sözleşmesi Sözlü Yapılabilir mi?

Kira sözleşmesinin yapılması konusunda herhangi bir şekil şartı yoktur. Yani kira sözleşmesi sözlü, yazılı ya da noter tasdikli olarak yapılabilir. Sözlü kira sözleşmesi ile de kiracının tahliyesini sağlamak mümkündür. Burada dikkat edilmesi gereken husus, açılan tahliye takibine karşı kira akdinin varlığına itiraz edilmesi durumudur. Böyle bir durum söz konusu olduğunda, kiralayan kişi kiracısının tahliyesini icra mahkemesinden isteyemez. Sulh hukuk mahkemesinden talep etmesi gerekecektir.

C- Birden Fazla Kiralayan Varsa Nasıl Bir Yol İzlenmelidir?

Kira sözleşmesinde birden fazla kiralayan varsa, ilamsız tahliye takibinin kiralayanların tümü tarafından birlikte yapılması zorunludur. (Zorunlu Dava Arkadaşlığı)

D- Tahliye Takibi Açılırken Nelere Dikkat Edilmelidir?

Kira sözleşmeleri için farklı farklı ödeme süreleri belirlenmiştir. Bu yüzden tahliye ve kira alacağı ile ilgili açılan takiplerde ödeme süresinin kaç gün olduğunun tespiti önemlidir.

Ödeme emrine ödeme süresi yazılmamışsa, kiralayan (icra mahkemesinden) tahliye isteyemez. Bunun gibi, ödeme emrinde ödeme süresinin yanlış olarak gösterilmiş olması halinde de, kiralayan tahliye isteyemez.

E- İki Haklı İhtar Nedir?

6570 sayılı kanunun 7.maddesi e fıkrası aşağıdaki gibidir.

Kira bedelini vaktinde ödememelerinden dolayı haklı olarak bir yıl içinde kendilerine iki defa yazılı ihtar yapılan kiracılar aleyhine, ayrıca ihtara hacet kalmaksızın, kira müddettinin hitamında, Tahliye davası açabilirler.

İcra ve İflas Müdürlüğü’ne açılacak tahliye ve kira bedellerinin ödenmesi hakkındaki takipte gönderilecek olan ödeme emrinin haklı ihtar sayılacağı açıktır. Yani bir yıl içerisinde farklı dönemlere ait kira bedelleri ile ilgili başlatılmış iki takipte gönderilecek ödeme emirleri tahliye davasının açılması için yeterlidir.

Daha detaylı bilgi almak için iletişim kısmındaki bilgilerden bize ulaşabilirsiniz.

ileadmin

Velayeti Annede Bulunan Çocuğun Soyadının Değişmesi

VELAYETİ ANNEDE BULUNAN ÇOCUĞUN SOYADININ DEĞİŞMESİ

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi yakın tarihli kararında; boşanma davası neticesinde, velayeti anneye verilen müşterek çocuğun annenin soyadını taşıyabileceğini, çocuğun üstün yararını ve babanın 3 yıldır çocuğunu görmeye gelmemesini gerekçe göstererek kabul etmiştir.

VELAYETİ ANNEDE BULUNAN ÇOCUĞUN SOYADININ DEĞİŞMESİ
ANNENİN SOYADINI ALAN ÇOCUK

ÇOCUĞUN ÜSTÜN YARARI

ÇOCUĞUNU GÖRMEYEN BABA (Üç Yıldır Çocuğu İle İlişkiye Geçmeyen Baba )

Dava münhasıran velayet hakkına sahip davacı annenin ortak çocuğun soyadının kendi soyadı ile değiştirilmesine yöneliktir. Adın değiştirilmesi, ancak haklı sebeplere dayanılarak hâkimden istenebilir. Adın değiştirildiği nüfus siciline kayıt ve ilân olunur. Ad değişmekle kişisel durum değişmez. Adın değiştirilmesinden zarar gören kimse, bunu öğrendiği günden başlayarak bir yıl içinde değiştirme kararının kaldırılmasını dava edebilir.

Somut olayda, velayet hakkına sahip davacı anne, soyadlarının farklı olmasından çocuğun rahatsız olduğunu ve anne ile aynı soyadını taşımak istediğini ileri sürmüş olup, davacı tanıkları da davalı babanın çocuğuna ilgisiz olduğunu, yaklaşık üç yıldır babanın çocuğunu görmeye gelmediğini, çocuğun birlikte yaşadığı anne ile aynı soyadını taşımamaktan rahatsız olduğunu, anne ile aynı soyadını taşımak isteğini sürekli dile getirdiğini, kendisini tanıtırken soyadını annenin soyadı olan “…” olarak ifade ettiğini beyan etmişlerdir. Çocuğun soyadının annenin soyadı ile değiştirilmesi halinde çocuğun üstün yararı bakımından ruhsal gelişiminin olumsuz etkileneceği ileri sürülmediği gibi, az önce açıklanan tanık beyanlarından çocuğun soyadının annenin soyadı olarak değiştirilmesinin çocuğun üstün yararına olabileceği anlaşılmaktadır.

 

YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİ KARARI     :

         Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesince verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davacı tarafından temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

Davacı … 12.05.2016 tarihli dava dilekçesinde; davalılardan …  ile 27.02.2015 tarihinde kesinleşen kararla boşandıklarını, ortak çocuk 17.03.2011 doğum tarihli ….`nin velayetinin kendisine verildiğini, okula başlayan ortak çocuğun “….” olan soyadı ile kendisinin evlenmeden önceki soyadı olan “…” soyadlarının farklılığı sebebiyle günlük işlemlerde sorun yaşadığını, çocukla ilgili işlemlerde annesi olduğunu belgelemek için nüfus kayıt örneği ile boşanma ilamını ibraz etmek zorunda kaldığını, davalı babanın ortak çocuğa ilgisiz olduğunu, çocukla uzun süredir görüşmediğini ve nafaka ödemediğini, çocuğun da anne ile çocuğun soyadlarının farklı olmasından rahatsız olduğunu ve anne ile aynı soyadını taşımak istediğini iddia ederek, ortak çocuğun soyadının davacı annenin soyadı olan ” ..” olarak değiştirilmesini talep ve dava etmiş, ilk derece mahkemesi 18.07.2017 tarihli kararla; “4721 sayılı TMK.nun 321. maddesine göre ana ve baba evli ise çocuğun ailenin soyadını taşıyacağı, “aile” deyiminden babanın anlaşılacağı, çocuğa soyadı verilmesi için o çocuğun doğum tarihinde anası ile babasının evli olup olmadığına bakmanın gerekeceği, soyadının değiştirilmesi istenen 17.03.2011 doğumlu …`in doğum tarihi itibariyle ana ve babasının evli olduğu, evlilik birliği içinde doğan çocuğun TMK.nun 321.maddesine göre babanın soyadını aldığı, çocuğun soyadı bu suretle belirlendikten sonra onun soyadını velayet hakkına dayanarak değiştirmenin Türk Medeni Kanununun 321. maddesindeki düzenleme karşısında mümkün olmadığı, çocuğun soyadının ancak ergin olduktan sonra Türk Medeni Kanununun 27. maddesindeki koşulların varlığı halinde kendisi tarafından veya babanın TMK.nun 27. maddesindeki koşulları kanıtlayarak kendi soyadını değiştirmesi halinde mümkün olduğu, bu iki durum gerçekleşmediği sürece çocuğun babanın soyadını taşıması gerektiği…” gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, kararın anne tarafından istinaf edilmesi üzerine İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesi 14.11.2017 tarihli kararı ile “…evlilik birliği içinde doğan çocuğun Türk Medeni Kanununun 321. maddesi uyarınca babanın soyadını aldığı…” gerekçesiyle davacının istinaf talebini esastan reddetmiş, hüküm davacı anne tarafından temyiz edilmiştir.

Dava münhasıran velayet hakkına sahip davacı annenin ortak çocuğun soyadının kendi soyadı ile değiştirilmesine yöneliktir.

Yapılan yargılama ve toplanan delillerden; ortak çocuk A… E…`nin tarafların evlilik tarihinden önce 17.03.2011 tarihinde doğduğu, 18.03.2011 tarihinde davalı baba tarafından tanınarak baba ile soybağının kurulduğu, tarafların 22.08.2011 tarihinde evlendikleri ve 27.02.2015 tarihinde kesinleşen kararla boşandıkları, boşanma kararı ile birlikte ortak çocuk A.. E..`nin velayetinin davacı anneye bırakıldığı, davacı annenin halen velayet hak ve sorumluluğuna sahip olduğu anlaşılmaktadır.

Çocuk ile ana arasında soybağı doğumla kurulur. Çocuk ile baba arasında soybağı, ana ile evlilik, tanıma veya hâkim hükmüyle kurulur. Soybağı ayrıca evlât edinme yoluyla da kurulur (TMK m. 282). Evlilik dışında doğan çocuk, ana ve babasının birbiriyle evlenmesi hâlinde kendiliğinden evlilik içinde doğan çocuklara ilişkin hükümlere tâbi olur (TMK m. 292). Çocuk, ana ve baba evli ise ailenin soyadını taşır. Ancak, ana önceki evliliğinden dolayı çifte soyadı taşıyorsa çocuk onun bekârlık soyadını taşır (TMK m. 321).

Adın değiştirilmesi, ancak haklı sebeplere dayanılarak hâkimden istenebilir. Adın değiştirildiği nüfus siciline kayıt ve ilân olunur. Ad değişmekle kişisel durum değişmez. Adın değiştirilmesinden zarar gören kimse, bunu öğrendiği günden başlayarak bir yıl içinde değiştirme kararının kaldırılmasını dava edebilir (TMK m.27). Soyadı, bireyin yaşamıyla özdeşleşen ve kişiliğinin ayrılmaz bir unsuru hâline gelen, birey olarak kimliğin belirlenmesinde en önemli unsurlardan biri ve vazgeçilmez, devredilmez, kişiye sıkı surette bağlı bir kişilik hakkıdır.

Velayet; ana veya babanın, ergin olmayan çocuklarının veya kısıtlanmış ergin çocuklarının kişi varlığına, malvarlığına ve bu iki husus hakkında onları temsiline ilişkin sahip oldukları hakların ve yükümlülüklerin bütününe denir (AKINTÜRK, Turgut: Türk Medeni Kanunu C.2, Aile Hukuku, İstanbul 2002, s. 400). Velayet, çocuk ergin oluncaya kadar onunla ilgili alınması zorunlu kararları alma hususunda veliye sorumluluk yükler ve onları yetkili kılar. Bu bakımdan modern hukukta velayet, bir hak olduğu kadar aslında çocuğun üstün yararının sağlanması bakımından yetki ve sorumluluk da içerdiğinden, hak ve yükümlülüklerin toplamı olarak kabul edilmektedir. Velayetin nihai amacı, henüz erginliğe ulaşmamış küçüğün, ileride bir yetişkin olarak gelecekteki hayata hazırlanmasını sağlamaktır (AKYÜZ, Emine Çocuk Hukuku Çocuk Haklarının Korunması,2012 s.220). 4721 sayılı Kanun`un velayet hakkına ilişkin 335. maddesinde, ergin olmayan çocuğun, ana ve babasının velayeti altında olduğu, yasal sebep olmadıkça velayetin ana ve babadan alınamayacağı belirtilmek suretiyle evlilik ilişkisi süresince velayet hakkının ve bu kapsamdaki yetkilerin ortak kullanımına işaret edilmiş; 336. maddesinde evlilik devam ettiği sürece ana ve babanın velayeti birlikte kullanacağı, ortak hayata son verilmesi veya ayrılık hâlinde hâkimin velayeti eşlerden birine verebileceği, ana ve babadan birinin ölümü hâlinde velayetin sağ kalana, boşanmada ise çocuk kendisine bırakılan tarafa ait olduğu hüküm altına alınmış, velayet hakkı ve içerdiği yetkilerin kullanımı noktasında da eşlerin eşitliği prensibi yansıtılmaya çalışılmıştır.

Evliliğin feshi veya boşanma hallerinde, velayet hakkı kapsamındaki yetkiler dâhilinde olan çocuğun soyadının belirlenmesi hususunun düzenlendiği 21.6.1934 tarihli ve 2525 sayılı Soyadı Kanunu`nun 4. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “Evliliğin feshi veya boşanma hallerinde çocuk anasına tevdi edilmiş olsa bile babasının seçtiği veya seçeceği adı alır.” şeklindeki düzenleme Anayasa Mahkemesinin 8.12.2011 tarihli ve E.2010/119, K.2011/165 sayılı kararı ile iptal edilmiş ve iptal kararı gerekçesinde, kadın ve erkeğin evlilik süresince ve evliliğin sona ermesinde eşit hak ve sorumluluklara sahip olmaları gereğine yer veren uluslararası sözleşme hükümlerine de atıf yapılmak ve eşlerin, evliliğin devamı boyunca ve boşanmada sahip oldukları hak ve yükümlülükler bakımından aynı hukuksal konumda oldukları, erkeğe velayet hakkı kapsamında tanınan çocuğun soyadını seçme hakkının kadına tanınmamasının, velayet hakkının kullanılması bakımından cinsiyete göre ayırım yapılması sonucunu doğuracağı belirtilmek suretiyle itiraz konusu kuralın, Anayasa`nın 10. ve 41. maddelerine aykırı görülmesi nedeniyle iptaline karar verildiği belirtilmiştir.

Anayasa Mahkemesi`nin 25.06.2015 ve 2013/3434 numaralı, 11.11.2015 tarih ve 2013/9880 numaralı, 20.07.2017 tarih ve 2014/1826 numaralı bireysel başvuru kararlarında ise; velayet hakkı tevdi edilen çocuğun soyadının kendi soyadı ile değiştirilmesi yönündeki talebin, velayet hakkı ve bu kapsamdaki yetkilerin kullanımı ile ilgili olması sebebiyle Anayasa`nın 20. maddesi kapsamında ele alınması gereken bir hukuki değer olduğunu, koruma, bakım ve gözetim hakkı veya benzer terimlerle ifade edilen velayet hakkı kapsamında, çocuğun soyadını belirleme hakkının da yer aldığını, eşlerin evliliğin devamı boyunca ve boşanmada sahip oldukları hak ve yükümlülükler bakımından aynı hukuksal konumda olduğunu, erkeğe velayet hakkı kapsamında tanınan çocuğun soyadını belirleme hakkının kadına tanınmamasının, velayet hakkının kullanılması bakımından cinsiyete dayalı farklı bir muamele teşkil ettiğini, çocuğun bir aileye mensubiyetinin belirlenmesi amacıyla bir soyadı taşıması ile nüfus kütüklerindeki kayıtların güvenilirliği ve istikrarının sağlanmasında, çocuğun ve kamunun açık bir menfaati bulunmakla birlikte, annenin soyadının çocuğa verilmesinin söz konusu menfaatlerin tesisine olumsuz etkilerinin kesin olarak saptanması gerektiğini ve başvurulara konu yargısal uygulamaların ölçülü olduğunun kabul edilemeyeceğini belirterek, eldeki somut olaya benzer nitelikteki başvurulara konu yargısal kararlarda Anayasa`nın 20. maddesi ile birlikte değerlendirilen Anayasa`nın 10. maddesinde güvence altına alınan ayrımcılık yasağının ihlal edildiğine karar verilmiş, aynı kararlarında ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın ilgili mahkemesine gönderilmesini de kararlaştırmıştır.

Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru sonucunda verdiği ihlal kararları, soyut ve somut norm denetiminden farklı olarak, sadece başvuruda bulunan kişi ve başvuruya konu idari işlem ya da karar açısından geçerli ve bağlayıcıdır. Anayasa Mahkemesinin saptadığı hak ihlalinin, mahkeme kararından kaynaklandığını belirleyen ve Kuruluş Kanununun 50. maddesinin (2.) fıkrasında dayanarak aldığı “ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmasına” ilişkin kararı karşısında, ilk derece mahkemelerinin başvuru konusu somut olay ve kişi bakımından artık başka türlü karar vermesine olanak yoktur. Ne var ki, yukarıda açıklanan velayet hakkına sahip annenin ortak çocuğun soyadının kendi soyadı ile değiştirilmesine yönelik açılan başkaca davalarda yapılan benzer yargısal kararların, bireysel başvuru konusu yapılması Halinde Yüksek Mahkemece, bundan sonra da hak ihlalinin tespit edileceği ve ihlalin sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yolunun açılacağı da muhakkak gözükmektedir. Anayasanın ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile Türkiye`nin taraf olduğu eki protokollerin ortak koruma alanında bulunan “temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının” öncelikle genel yargı mercilerinde olağan kanun yollarında çözüme kavuşturulması asıldır.

Anayasa Mahkemesi`nin bu kararları kapsamında; “Çocuğun Üstün Yararı” ilkesinin de irdelenmesi gerekmektedir. Bu ilkenin en genel anlamdaki tanımı, çocuğun yararlarının her zaman ve her koşulda öncelikle korunması olup, çocuk hukukunda karşılaşılan tüm sorunlarda, görevli ve yetkililere yol gösteren, çocuk yararına çözümün tercih edilmesini emreden, zayıfı, güçlüye karşı koruyan en üst ilkedir (AKYÜZ, Emine Çocuk Hukuku Çocuk Haklarının Korunması, 2012 s. 10). Çocuğun üstün yararı, çocuğu ilgilendiren her işte göz önüne alınması zorunlu olan ve belirli bir somut olayda çocuk için en iyisinin ne olduğunu belirlemede dikkate alınan bir ölçüt, bir kılavuzdur. Çocuğun üstün yararı çocuğun haklarını garanti altına alan bir işlev de üstlenmektedir (YÜCEL, Özge Ufuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi Cilt 1 Sayı 2, Aralık 2013, s. 117-137). Esasın da çocuğun üstün yararına gereken önemin verilmesi, yalnızca çocuğun ya da ana babanın değil, toplumun da menfaatinedir. Çünkü çocuğun sosyal, kültürel, fiziksel ve psikolojik yönden olumlu gelişimi, ilerde toplumda zararlı davranışlarının ortaya çıkmasını da engelleyecektir (BAKTIR, Çetiner Selma, Velayet Hukuku, Ankara 2000 s.33).

Somut olayda, velayet hakkına sahip davacı anne, soyadlarının farklı olmasından çocuğun rahatsız olduğunu ve anne ile aynı soyadını taşımak istediğini ileri sürmüş olup, davacı tanıkları da davalı babanın çocuğuna ilgisiz olduğunu, yaklaşık üç yıldır babanın çocuğunu görmeye gelmediğini, çocuğun birlikte yaşadığı anne ile aynı soyadını taşımamaktan rahatsız olduğunu, anne ile aynı soyadını taşımak isteğini sürekli dile getirdiğini, kendisini tanıtırken soyadını annenin soyadı olan “…” olarak ifade ettiğini beyan etmişlerdir. Çocuğun soyadının annenin soyadı ile değiştirilmesi halinde çocuğun üstün yararı bakımından ruhsal gelişiminin olumsuz etkileneceği ileri sürülmediği gibi, az önce açıklanan tanık beyanlarından çocuğun soyadının annenin soyadı olarak değiştirilmesinin çocuğun üstün yararına olabileceği anlaşılmaktadır.

Tüm bu açıklamalar ışığında; velayet hakkı tevdi edilen annenin çocuğun soyadının kendi soyadı ile değiştirilmesi yönündeki talebinin velayet hakkı kapsamındaki yetkilerin kullanımı ile ilgili olduğu, velayet hakkı kapsamında çocuğun soyadını belirleme hakkının da yer aldığı, aynı hukuksal konumda olan erkeğe velayet hakkı kapsamında tanınan çocuğun soyadını belirleme hakkının kadına tanınmamasının velayet hakkının kullanılması bakımından cinsiyete dayalı farklı bir muamele teşkil edeceği, evlilik birliği içinde doğan çocuğun taşıdığı ailenin soyadını, evlilik birliğinin sona ermesi ile kendisine velayet hakkı tevdi edilen annenin kendi soyadı ile değiştirmesini engelleyici yasal bir düzenlemenin bulunmadığı, somut olayda söz konusu değişikliğin çocuğun üstün yararına da aykırı bulunmadığı ve çocuğun soyadı değişmekle kişisel durumunun değişmeyeceği (TMK m. 27) dikkate alındığında, Anayasa Mahkemesinin benzer olaylarda verdiği hak ihlaline ilişkin kararları da gözetilerek, davanın kabulüne karar vermek gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması doğru olmayıp, hükmün bozulmasına karar vermek gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan sebeple İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesinin 14.11.2017 tarihli kararının kaldırılmasına, ilk derece mahkemesi olan İzmir 8. Aile Mahkemesinin 18.07.2017 tarih 2017/11 esas, 2017/523 karar sayılı kararının BOZULMASINA, dosyanın adı geçen ilk derece mahkemesine gönderilmesine, kararın bir örneğinin de adı geçen bölge adliye mahkemesi hukuk dairesine gönderilmesine, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine oybirliğiyle karar verildi.

Y2HD 9.04.2018 E.2018/1306 – K.2018/4719

Boşanma Davası ve Velayet konularında bilgi almak için İletişim kısmında bulunan bilgilerden bize ulaşabilirsiniz.

ileadmin

Araç ve Gayrimenkul Haczi Nasıl Kaldırılır?

A) GİRİŞ

Haciz, borçlunun borcunu vadesi içinde ödememesi halinde alacaklıya borcun tahsili için verilmiş olan İcra İflas Kanunca düzenlenmiş bir imkândır. Bu imkân alacaklının icra müdürlüğü aracılığıyla kullanabileceği bir haktır. Haczin konusu, borçlunun taşınmaz ve taşınır malları ile hak ve alacaklarıdır. Yazımızda borçlunun mal ve hakları üzerindeki hacizlerin hangi süreler geçtikten sonra kaldırılabileceğini inceleyeceğiz.

B) ARAÇ ve TAŞINMAZLAR ÜZERİNE KONULAN HACZİN GEÇERLİLİK SÜRESİ NE KADARDIR? (İİK md 106-110 gereği haczin düşmesi)

Alacaklının alacağını tahsili amacıyla icra müdürlüğü aracılığıyla borçlunun araç ve taşınmazlarına haciz koyması halinde İ.İ.K. 106. madde de düzenlendiği üzere haczolunun malın taşınır olması durumunda hacizden itibaren altı ay, taşınmaz olması durumunda hacizden itibaren 1 yıl içinde satılmasını talep etme hakkı vardır.

Bu süreler içinde alacaklının satış talep etmemesi veya satış talep ettiği halde icra müdürünce verilecek karar üzerine gerekli gideri onbeş gün içerisinde icra veznesine depo etmemesi halinde İ.İ.K. 110. madde gereği o mal üzerindeki haciz kalkar.

C) İ.İ.K MD 106-110 ‘A GÖRE HACİZ KALDIRMA TALEBİNDE KİMLER BULUNABİLİR?

İcra ve İflas Kanunu’nun 106 ve 110. maddelerinde düzenlenen satış isteme sürelerinde alacaklı tarafça satış istenmezse borçlunun talebi halinde taşınmaz ve araç üzerindeki hacizler icra müdürlüğünce kaldırılır.

Borçlunun, haciz devam ederken araç veya taşınmazını üçüncü bir şahsa devretmesi durumunda devralan veya borçlunun ölmesi durumunda veraset ilamında yer alan mirasçılardan herhangi biri süresi içinde alacaklı tarafça satış talep edilmediğinden haczin düşmesi halinde hacizlerin kaldırılmasını talep hakkı vardır.

D) HACİZ KALDIRMA TALEBİ DİLEKÇE İLE Mİ YAPILIR?

 

İcra müdürlüğü belirtilen hükümlere göre hacizlerin düşmüş olması halinde, talep olmadıkça, resen hareket ederek hacizlerin kaldırılması için işlem yapmaz.

 

Borçlu veya haczin kaldırılmasında hukuki yararı olan üçüncü kişilerin düzenleyecekleri dilekçe ile icra müdürlüğünden haczin kaldırılmasını talep etmesi gerekmektedir.

 D) HACİZLERİN KALDIRILMASI İÇİN HARÇ ve MASRAF ÖDEMEK GEREKİR Mİ?

Yukarıda yazılı hükümlere dayalı olarak borçlunun hacizlerin kaldırılması talebi herhangi bir harca tabi değildir.

Haciz kaldırma talebinin icra müdürünce kabulü halinde araç üzerindeki haciz Uyap üzerinden herhangi bir masraf istenmeden kaldırılabilecektir.

Ancak gayrimenkul haczinde durum biraz farklıdır. Haciz, müzekkere ile tapuya işlendiğinden yine müzekkere ile kaldırılması gerekmektedir. Bu müzekkereyi ilgili tapu müdürlüğüne göndermek üzere icra dairesine tebligat masrafını ödemek gerekecektir.

İcra konusunda diğer çalışma alanlarımıza İcra ve İflas Hukuku kısmından ulaşabilirsiniz. Konuyla ilgili detaylı bilgi için İletişim kısmındaki bilgilerden bize ulaşabilirsiniz.

ileadmin

Tüketici Hakem Heyetleri Sınırı Değişti

Bu yazıda tüketici hakem heyetlerine başvuru konusunda bazı bilgiler vermek istiyorum.

Yeni Yasal Sınırlar Nelerdir?

İlçe hakem heyetlerine başvuru sınırı 5.650,00-TL olurken
İl hakem hakem heyetlerine başvuru sınırı 8.480,00-TL olarak belirlenmiştir.

Tüketici Hakem Heyetine E-Devletten Başvuru Nasıl Yapılır?

İlgili kurumlarla yaşadıkları uyuşmazlıklar için tüketici hakem heyetine başvuru yapacak olan tüketiciler, şahsen, avukat aracılığıyla elden ve posta yolunun yanı sıra elektronik ortamda e-Devlet kapısındaki Tüketici Hakem Heyetlerine Başvuru İşlemi bilgi sisteminden de başvuru yapabilmektedir.

E-Devlet sistemi üzerinden yapılan başvuruların geçerli olabilmesi için uyuşmazlıkla ilgili başvuru formunun eksiksiz olarak doldurulması, varsa bilgi ve belgelerin sisteme yüklenmiş olması ve yapılan başvurunun başvuru sahibi tarafından, güvenli elektronik imza veya mobil imza ile imzalanmış olması gerekir.

Güvenli elektronik veya mobil imza ile imzalanmamış başvuruların geçerli olabilmesi için sistem tarafından oluşturulan başvuru formunun çıktısının alınarak ıslak imza ile imzalandıktan sonra on beş gün içinde varsa bilgi ve belgelerle birlikte ilgili tüketici hakem heyetine posta yoluyla veya elden ulaştırılması gerekir. Aksi halde başvuru işleme alınmaz (Yönetmelik m. 11).

Görevli Hakem Heyeti Nasıl Tespit Edilir?

Tüketici hakem heyetlerine başvurular, tüketicinin yerleşim yerinin bulunduğu veya tüketici işleminin yapıldığı yerdeki tüketici hakem heyetine yapılabilir. (6502 sayılı Kanun m. 68/3).

Başvuru yapılabilecek ilçede tüketici hakem heyetinin kurulmamış olması halinde tüketiciler o ilçe kaymakamlığına başvuru yapabilir. Yapılan bu başvurular, kaymakamlıklarca gereği yapılmak üzere Bakanlıkça belirlenen yetkili tüketici hakem heyetine intikal ettirilir. (Tüketici Hakem Heyetleri Yönetmeliği 7/3).

Hakem Heyetine Başvuru Yapmanın Riski Nedir?

Tüketici hakem heyetlerine başvuru yapmak ücretsizdir. Yapılan başvuru maddi olarak tamamen risksiz de değildir. Başvuru kabul edilirse karşı tarafın bu karara karşı tüketici mahkemesinde itiraz hakkı bulunmaktadır. İtiraz sonucunda, tüketici mahkemesi karşı tarafı haklı bulursa, Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’ne göre nisbi tarife üzerinden vekâlet ücreti ödemeniz gerekebilir.

İtiraz sonrasında, tüketici mahkemesinde duruşma yapılmadan karar verilirse, tüketici tarafından ödenecek vekalet ücreti, dilekçe yazma ücreti ile sınırlı olacaktır.

“Davalı vekili dosyaya vekaletname ibraz ederek davaya cevap vermiş, ancak mahkemece duruşma açılmadığı için duruşmalara katılmamıştır. Buna göre davalı yararına dilekçe yazma ücretine hükmedilmesinde usul ve yasaya aykırılık bulunmadığından…” (Yargıtay 13. H.D. 24.12.2013 tarih ve 2013/30266 E. – 2013/32419 K. sayılı kararı)

Tüketici Mahkemelerinde Harç Ödeniyor Mu?

Tüketici mahkemeleri nezdinde tüketiciler tarafından açılan davalar 2/7/1964 tarihli ve 492 sayılı Harçlar Kanununda düzenlenen harçlardan muaftır ( 6502 s. Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun m. 73/2).

Başvuru Dilekçesi Nasıl Hazırlanır?

Tüketici hakem heyetlerine yapılacak başvurular yönetmelik ekinde yer alan form kullanılarak ya da usulüne uygun şekilde tanzim edilecek dilekçe ile yapılabilir.

Tüketici Hukuku hakkında herhangi bir sorunuz olursa İletişim sayfasından bize ulaşabilirsiniz.

ileadmin

İş Hukukunda Arabuluculuk

İŞ HUKUKUNDA ARABULUCULUK

A- Giriş

12.10.2017 tarihinde kabul edilen 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu ile 5521 sayılı Kanun mülga edilmiştir. 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu ile birçok yenilik iş mevzuatında yerini almıştır. Ancak biz bu makalemizde iş mevzuatına getirilen arabuluculuk kurumunu anlatmaya çalışacağız.

B- İş Hukukunda Zorunlu Arabuluculuk Ne Zaman Yürürlüğe Girecek?

Yürürlük tarihi açısından 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nda iki tarih söz konusudur. 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 3, 11 ve 12. maddeleri 01.01.2018 tarihinde yürürlüğe girecektir. Arabuluculuk kurumu ile ilgili olan bu maddeler diğer maddelerden ayrılmış ve yürürlük tarihi olarak 2018 yılının ilk günü belirlenmiştir.

Arabuluculuk kurumu dışında 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nda yapılan değişiklikler için yürürlük tarihi olarak Kanun’un yürürlüğe girdiği tarih olan 25.10.2017 tarihi belirlenmiştir.

Yani iş hukukuna getirilen zorunlu arabuluculuk kurumu ve uygulaması ile ilgili olan hükümler 01.01.2018’de yürürlüğe girecektir. Diğer hükümler ise 25.10.2017 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

C- Arabuluculuk Hangi Konular İçin Zorunlu Hale Geldi?

İşçi veya işveren alacağı ve tazminatı ile işe iade talebiyle açılan davalar için arabuluculuk kurumuna başvurmak zorunlu dava şartı haline getirilmiştir. Örneğin ücret alacağı, kıdem tazminatı, ihbar tazminatı gibi davaları açmadan önce arabuluculuk kurumuna başvurmak zorunludur.

İş kazası veya meslek hastalığından kaynaklanan maddi ve manevi tazminat ile bunlarla ilgili tespit, itiraz ve rücu davaları hakkında arabuluculuk kurumuna başvurma zorunluluğu yoktur.

Ç- İşe İade Davası İçin Uyulması Gereken Süreler Nelerdir?

İş sözleşmesi feshedilen işçi, fesih bildiriminde sebep gösterilmediği veya gösterilen sebebin geçerli bir sebep olmadığı iddiası ile fesih bildiriminin tebliği tarihinden itibaren bir ay içinde işe iade talebiyle, İş Mahkemeleri Kanunu hükümleri uyarınca arabulucuya başvurmak zorundadır.

Arabuluculuk faaliyeti sonunda anlaşmaya varılamaması hâlinde, son tutanağın düzenlendiği tarihten itibaren, iki hafta içinde iş mahkemesinde dava açılabilir.

Arabulucuya başvurmaksızın doğrudan dava açılması sebebiyle davanın usulden reddi hâlinde ret kararı taraflara resen tebliğ edilir. Kesinleşen ret kararının da resen tebliğinden itibaren iki hafta içinde arabulucuya başvurulabilir. Dava ivedilikle sonuçlandırılır.

Mahkemece verilen karar hakkında istinaf yoluna başvurulması hâlinde, bölge adliye mahkemesi ivedilikle ve kesin olarak karar verir.

Sözün özü, işe iade davası için fesihten sonra 1 ay içinde arabuluculuğa, arabuluculuktan sonuç alınamazsa, 2 hafta içinde mahkemeye başvurulmalıdır.

D- İşe İade Davası İçin Diğer Yenilikler

Asıl işveren-alt işveren ilişkisinin varlığı hâlinde işe iade talebiyle arabulucuya başvurulduğunda, anlaşmanın gerçekleşebilmesi için işverenlerin arabuluculuk görüşmelerine birlikte katılmaları ve iradelerinin birbirine uygun olması aranır.

İşe iade davalarında, işçinin işe başlatılmaması halinde ödenecek tazminat ile kararın kesinleşmesine kadar çalıştırılmadığı süre için işçiye en çok dört aya kadar doğmuş bulunan ücret ve diğer hakları, dava tarihindeki ücreti esas alarak parasal olarak belirler.

E- Yetkili Arabulucu Nasıl Belirlenecek?

Başvuru;

1- Karşı tarafın,

2- Karşı taraf birden fazla ise bunlardan birinin yerleşim yerinde veya

3- İşin yapıldığı yerdeki arabuluculuk bürosuna yapılır.

Arabuluculuk bürosu kurulmayan yerlerde ise görevlendirilen yazı işleri müdürlüğüne yapılır.

Arabulucu, komisyon başkanlıklarına bildirilen listeden büro tarafından belirlenir. Ancak tarafların listede yer alan herhangi bir arabulucu üzerinde anlaşmaları hâlinde bu arabulucu görevlendirilir.

F- Arabulucu Ne Kadar Sürede Karar Verir?

Arabulucu, yapılan başvuruyu görevlendirildiği tarihten itibaren üç hafta içinde sonuçlandırır. Bu süre zorunlu hâllerde arabulucu tarafından en fazla bir hafta uzatılabilir.

Arabulucu, taraflara ulaşılamaması, taraflar katılmadığı için görüşme yapılamaması yahut yapılan görüşmeler sonucunda anlaşmaya varılması veya varılamaması hâllerinde arabuluculuk faaliyetini sona erdirir ve son tutanağı düzenleyerek durumu derhâl arabuluculuk bürosuna bildirir.

G- Arabuluculuk Ücreti Kim Tarafından Karşılanır?

Tarafların arabuluculuk faaliyeti sonunda anlaşmaları hâlinde, arabuluculuk ücreti, Arabuluculuk Asgari Ücret Tarifesinin eki Arabuluculuk Ücret Tarifesinin İkinci Kısmına göre aksi kararlaştırılmadıkça taraflarca eşit şekilde karşılanır. Bu durumda ücret, Tarifenin Birinci Kısmında belirlenen iki saatlik ücret tutarından az olamaz.

İşe iade talebiyle yapılan görüşmelerde tarafların anlaşmaları durumunda, arabulucuya ödenecek ücretin belirlenmesinde işçiye işe başlatılmaması hâlinde ödenecek tazminat miktarı ile çalıştırılmadığı süre için ödenecek ücret ve diğer haklarının toplamı, Tarifenin İkinci Kısmı uyarınca üzerinde anlaşılan miktar olarak kabul edilir.

Arabuluculuk faaliyeti sonunda taraflara ulaşılamaması, taraflar katılmadığı için görüşme yapılamaması veya iki saatten az süren görüşmeler sonunda tarafların anlaşamamaları hâllerinde, iki saatlik ücret tutarı Tarifenin Birinci Kısmına göre Adalet Bakanlığı bütçesinden ödenir. İki saatten fazla süren görüşmeler sonunda tarafların anlaşamamaları hâlinde ise iki saati aşan kısma ilişkin ücret aksi kararlaştırılmadıkça taraflarca eşit şekilde Tarifenin Birinci Kısmına göre karşılanır. Adalet Bakanlığı bütçesinden ödenen ve taraflarca karşılanan arabuluculuk ücreti, yargılama giderlerinden sayılır.

Taraflardan birinin geçerli bir mazeret göstermeksizin ilk toplantıya katılmaması sebebiyle arabuluculuk faaliyetinin sona ermesi durumunda toplantıya katılmayan taraf, son tutanakta belirtilir ve bu taraf davada kısmen veya tamamen haklı çıksa bile yargılama giderinin tamamından sorumlu tutulur. Ayrıca bu taraf lehine vekalet ücretine hükmedilmez. Her iki tarafın da ilk toplantıya katılmaması sebebiyle sona eren arabuluculuk faaliyeti üzerine açılacak davalarda tarafların yaptıkları yargılama giderleri kendi üzerlerinde bırakılır.

Arabuluculuk bürosu tarafından yapılması gereken zaruri giderler; arabuluculuk faaliyeti sonunda anlaşmaya varılması hâlinde anlaşma uyarınca taraflarca ödenmek, anlaşmaya varılamaması hâlinde ise ileride haksız çıkacak taraftan tahsil olunmak üzere Adalet Bakanlığı bütçesinden karşılanır.

H- Arabulucuya Başvurunun Zamanaşımı ve Hak Düşürücü Süreye Etkisi Nedir?

Arabuluculuk bürosuna başvurulmasından son tutanağın düzenlendiği tarihe kadar geçen sürede zamanaşımı durur ve hak düşürücü süre işlemez.

Sakarya’da arabuluculuk ile ilgili sorunlarınız için iletişim bölümünden bize ulaşabilirsiniz.